28 Temmuz 2010 Çarşamba

Yarım

Hep korktum - yıllar sonra "ya yapsaydım.. bugün herşey farklı olur muydu? "
diye merak etmekten ve hiç bilememekten..
Aklıma estiği gibi yaşamam bundandır.
Birine gidip; "söyleyeceklerimi iyi dinle çünkü kelimelerimi dikkatle seçeceğim ve bir daha da tekrar etmeyeceğim. Şimdi... sana aşık oldum!" dediğim ve yeni çikolata yemiş dudaklarını dudaklarımda hissettiğim anılar ekledim belleğime..
Aşık oldum DEFALARCA. Ve zaten ben aşık olmadığım sadece 1 kişi ile ilişki yaşadım. Onu da sevdim.
Aşık olmadığım insanları istemedim hayatımda genel olarak. Aşka aşık yaşardım ben. Aşka aşık nefes almayı SEVDİM BEN!
Biri vardı. Biri var. Biri hep olacak ama benden uzak..
En çok ve en farklı onu sevdim. Tüm bu yazılar onunla ilgili zaten.
O elimden tuttuğunda, o elimi tuttuğunda ben henüz 17 yaşıma yeni girmiştim. O da 18 olmuştu yenilerde..
2 yıl birbirimize sarıldık. Daha iyi bir planımız yoktu. Destek aldık birbirimizden - yaşamak için. Hayat her acıttığında birbirimize sarılarak nefes alıyorduk.
İkimizde yalnızdık.. İkimizde korkuyorduk.
Yalnızlıklarımızı gösterdik birbirimize.. utanmadan..
Sadece utanca yer yoktu ilişkimizde. Çıplaktık birbirimizin gözlerinde..!
Uzaktık aslında. Kaçamak günler, zamanlar yetmez olmuştu. Birinin yaşam destek ünitesi olmak için telefon yetersiz kalıyordu.
Kavga gürültü her gün vardı. Ayrılıyor ama sonra dayanamıyorduk.
Bıkmıştık. Ben çocuktum. Çocuksu fikirlerim vardı.
"Ayrılalım ama geri dönmeyelim" dedim.
"Tamam" dedi
"O zaman geri dönemeyeceğimiz bir şey yapalım! başkaları olsun" diye dahice bir fikir attım ortaya!
"peki" dedi.
Ve ben yaptım. Gidip biriyle çıkmaya başladım. O gitmedi kimseye. O beni izledi.. Sonra benim midem kaldırmadı kalbim başkasındayken yabancı birilerine elimi uzatmayı.
Geri döndüm. Geri dönebiliyormuş insan.. Herşeye rağmen!
Yürümedi çok fazla. Yıkmıştım çünkü sahip olduklarımızı..
Ayrılık ikimizi de fena büyüttü. Ayrılığın ilk 1 yılı ikimiz içinde korku filminden kareler içeriyordu. Ben uyudum sadece. O ise "uyuştu"...
Zamanla ikimizde toparladık kendimizi. (?)
.............
5 yıl geçmişti aradan ve ilk defa karşılaşacaktık. Onu görünce yıkıldım.
Aşıktım ona hala.. Ve o, dudaklarımı aldı dudaklarına.. Gözlerine baktım, kendimi gördüm!
Sordum ona: "ben sende varım, değil mi?"
"senin sevgin gibi değil sana olan sevgim" dedi.
Kırıldım, üzüldüm. İçip, içkinin ardına sığınıp tokatladım. Ağladım.. Anlayacağın bildiğin saçmaladım..
Ve o sadece "yapma" dedi. Dinlemedim.
"Üstüme gelme, akışına bırak" dedi, dinlemedim.
Bir mail ile bitirdim 7 yıllık arkadaşlığımızı. Çünkü 5 yıldır özlüyordum ben onu.. Madem sabah uyandığımda göreceğim ilk şey onun koyu yeşil gözleri değildi, canım sıkıldığında arayacağım numara da onun olmamalıydı. Biribirmize sevgililerimizi anlatmaktan vazgeçmeliydik. Gerçi o hiç anlatmadı. Ben her boku anlattım. Bilmiyordum onu sevdiğimi onca zaman!  O da bana akıl veriyor, barıştırıyordu sevgilimle!
Çaresiz ve yalnız hissediyordum. "Ne yapacağım?" diye sordum, "takma" dedi bana.
Anneme sordum: "sevmez mi beni?"
"akışına bırak" dedi annem.
Bırakamazdım! Seviyor ve eriyordum...
Ve fakat...bıraktım! Akşına değil.. sadece bıraktım. Ona yolladığım mailden bir alıntı ile sonuna geliyorum bu yazının;
"Biliyordum. Düzene ihtiyacın vardı. Sevgi sana iyi gelecekti. Gözlerini öptüğümde mutlu oluyordun ve ben hayat boyu gözlerini öpecektim! Her gün sana “günaydın tatlım!” diyerek uyandıracaktım! Yanında uyandığım sabahlar buna öpücük de ekleyecektim!
Yatakta kahvaltı nasıl yapılır onu öğretecektim..
Yeni parfümler alacaktık, yeni kıyafetler..
Başkaları seni beğendiğinde ben gurur duyacaktım. Çünkü seninle yatağa ben giriyordum, sen benim elimi tutuyordun. Sevdiğin ben olacaktım!
Bende senin gurur duyacağın o insan olmak için çaba gösterecektim!
Sevgilin bir yazardı. Güzel kitaplar yazacaktı. İnsanlar onun kurduğu cümleleri okurken kahkaha atacak ya da ağlayacaktı..
Zor zamanlar olduğunda ben sana destek olacaktım. Geçmişte de olmuştu bu. Gecelerce konuşacaktık.. İyi hissedene kadar konuşacaktık..

Sen beni istemedin.
.."
Bu aşk gibi, bu yazı da yarım bırakıldı.. 

27 Temmuz 2010 Salı

Gitme!

Her şey çok garipti… dünyanın oluşumunu andırıyordum beynimde kocaman bir toz bulutu… baktığım her yer rengarenkti ve uzaklık hiç olmadığı kadar yakındı. Güzeldi ama kendimi inanılmaz yorgun hissediyordum. Tam olarak koca bir sekoya olmak istiyordum. Büyük, yıkılmaz bir gövde görüntüsü dolaşıyordu beyin kılcallarımda şu an göründüğümün tam aksine…

Ufka uzanan dallarım vardı. Ve o ufukta barındırdığım binlerce yaprağım. Sen geldin daha sonra.

Geldin ve gölgemde soluklandın. Aldığın oksijen dolusu nefesleri hissedebiliyordum. Hep bu anı beklemişim sanki…

Sana binlerce elimle birden dokunmayı, saçlarının tellerini tek tek okşamayı,ufka uzanan kollarımla sana sarılmayı,ağır ve kırışmış bedenime yaslanıp uyumanı, kabuk tutmuş kalbime dokunmanı…

Gitme kal burda! Kazıyıp geldiğin o şehrin kaldırım taşlarının soğukluğuna dönme. İkiyüzlü sokaklarda tekrar yolunu kaybetme!

Dur ve binlerce gözümle seni seyredeyim. Ardına bakma ve benden bir parça ol. Beraber kafa tutalım gökdelenlere, ruhlardan ibaret olan şu karşındaki bina yığınına…

Kal ve bilinmedik yerlere gidelim… sen omzuma otur rüzgarla sohbet edelim. Hem sonbahar var önümüzde bana sarıl , beni ısıt ve yakmayan ateşim ol…

Haydi ver elini bulutlara çıkalım inmezcesine… mutluluk şurda işte… biraz ilerde, gözümü alan şu ışık cennetinde…

22 Temmuz 2010 Perşembe

Anladım

Onu o kadar çok seviyorum ki...
! yıldır görüşmüyor olsak bile başına bir şey geldiğinde hissediyorum.
Yaşadığım her ilişkide onu arıyorum
Birini çok severken, onu duyduğumda sevdiğim insanı unutup gidiyorum..

Ve o bunu biliyor.
"Birlikte olamayız çünkü çok farklıyız" diyor.
İçim nasıl acıyor... Nasıl..
Canımdan can kopuyor..!

O bana sımsıkı sarılıyor, kokumu içine çekiyor ve gidiyor.
Eve dönüyorum.
Su içtiği bardak, çıkarttığı t-shirt ve yazdığı not.. odada kalan kokusu..
Herşey yerli yerinde..

Sadece o yok..
Onu özlüyorum. Onsuz olmak istemiyorum. Onsuz olacağıma ölmeyi tercih ediyorum.
O, benim gördüğüm en akıllı, en hırslı ve en yakışıklı erkek..
Ve ben onu kaybettim.


Cem Adrian & Pamela - Anladım Orijinal Video Klip (( Yüksek
Yükleyen forumpasha. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Umut

Terasa oturmuş görünmeyen yıldızları izliyorum İstanbul karanlığında. Hissediyorum...
Kendini ansızın bırakmak isteyen bir tanesini bekliyorum. Ansızın görünsün bana ve ardından parçalarına ayrılıp bedenimle bütünleşsin istiyorum.
Kayacak bir yıldızı bekliyorum haftalardır. Sırf olumsuzluklarla boğulduğum hayatıma bir ışık demeti egemen olsun diye seni bekliyorum. O gelsin de seni dileyeyim...
Hani hayat güzel derler ya değil biliyorsun sen de. Kaç kişinin seni beklediğinden haberdar değil miyim sanıyorsun? Ya da senin de bunu bildiğinden. Kaç insanın sana umut bağladığından...
Daha fazla bekleyecek gücüm kalmadı. Gel ve kavuş bedenime.
Ve bana şans dile tüm olacaklar için. Yarınlarım için. Buna gerçekten ihtiyacım olacak. Küçük bir şans öpücüğüne...
Parlayan dudaklarını solgun ve çatlamış dudaklarıma dokundur hadi...
Burdayım! Tam karşında...

..!!!

Bir şeyi yaparken sen eğlenmiyorsan eğer, başkalarını nasıl mutlu edebilirsin..!
Ve birilerini mutlu etmiyorsan eğer, kim seni neden mutlu etsin?

17 Temmuz 2010 Cumartesi

hoşçakal...

İşte şimdi gitmek vakti… her şeyi, yaşananları, yaşanmak isteyip de yarına bırakıla bırakıla üstü küf tutmuşlarımı bir kenara bırakma vakti… gitme vakti…

Kulağımda “yedi nota”dan ibaret olmayan bir akordeon ve vurula vurula elleri kabartmış bir perküsyonun sesi, daha da hüzünlüsü gözlerinde “kal”ı çağrıştıran hüzünle sevgili… “senden başka- senden başka olamam senden başkasıyla” özet cümle…

Yağmur yağmış, ayağımın altı ıslak, denizden yosun kokusu, biraz da nem… bu da bana Ederlezi’yi anımsattı. tuhaf bu şehir ve bana verdikleri…

yarın muhtemelen telaştan veda edemeyeceğim sana ey güzel şehir… bir daha ne zaman dönerim bilemem… her sokağına sevgiliyle bir düşü bırakışımı ne zaman görürüm bir daha bilemem… o güne kadar kendine ve sevgiliye iyi bak… “YN” yanımı acıtma…

Sana biraz da teşekkür borçluyum galiba deniz güzeli şehir. Bana hayatı öğrettin, ben olmayı, kendime yetmeyi, yaşamı yaşantılamayı, orman içinde oksijen kokusunu aldığında ciğerlerin acıyana kadar içine çekmeyi, haksızlığı, paranın egemenliğini gördüğünde ses tellerin yırtılıncaya kadar çığlık atmayı…

içimi en acıtan yanınsa 7 yıl sonra nükleere kurban gidecek o cennet koyların deniz güzeli şehir…

ve işte o melodi “dertlere karıyorum günleri saya saya” bu türkü de mi senle doldu ey şehir, ey sevgili...

sana gelirken ayaklarım geri geri gitti. Bütün kurtulmuşluklarım bile “hayır” dedi bana adını görünce. Sonra bana tarifsiz acılar yaşattın, kaldırabileceklerimden fazlası sandım sana bağladım bütün acılarımı… tam senden vazgeçtim bavulumu topladım gitmeye yol alırken o sesi çıkardın karşıma. Vazgeçemedim senden. O sesin de, bu şehrin de adı o oldu… YUNUS oldu ,içime doğdu.

Ve özet: gitme vakti, sevgili sana emanet deniz güzeli şehir, binlerin adım attığı, sesini duyurduğu bu atmosferinden ben de geçtim. Unutma beni…

yine hüzne dolanmış bir yazı oldu. Hüznü duyumsamadan yazamayanlardan mıyım ne? J

15 Temmuz 2010 Perşembe

Issız


Sessizce büyüyorsun kimseye aldırmadan,
rüzgarlar geçiyor içinden şehrinin ama sen büyüyorsun umursamadan..
Giden günün ardından baş başa kalıyoruz yanıp sönen sokak lambaları ışığında
Haykırmak istiyor birileri adını,bozarak sessizliği
Oysa işitmek dahi istemiyorsun sendekileri…
Gülüyor,ağlıyor arada bir de susuyorsunuz
Senden gelenlerle beraber oturup izliyorsunuz olabilecekleri
Umursamaz takılıyorsun ,içindekileri dahi umursamadan


İlkbahar bitip yaz geldiğinde açacağım diyorsun ; ayçiçekleri ile güneşe gülümseyerek
Yaz bitiyor kardelenlere özeniyorsun bu defa onlarla sonbaharın tükenip karlara kavuşduğunda, direncini gösterip kışa gülümsemek…

Ve

Yağmurların arasında kalıyorsun
Islak sacın,başın..ellerin acık dua edercesine
Gökle buluşmak akmak istiyorsun delicesine dalgalarla denizlerle
Büyüyorsun ses çıkarmadan,yer etmeden
Camın önündeki çiçekle tomurcuklanıp,gül ağacı olmayı
Sıra dağların üzerinde,cenin şekli almış bulutlarla oynaşmayı istiyorsun
Her gelen uçakla uçup yeni hayatlara akmayı ama asla değişmemeyi
Bulunmayı arzu ederek kendini saklamayı…
Olabilirliğini test ediyorsun hayatın;en ucunu tutup içinde olarak


Bakamıyorum artık güneşine ve kamersiz gecelerine
Artık istemiyorum hislerini ellerimde tutmayı
Sadece günlerini,gecelerini,senlerini,umutları silip atmayı istiyorum
aynada karşılaştığımda bunu her defasında sana haykırmak isterken
Ne yazık dile bile getiremiyorum…

Yok Oluş

Tek başıma oturuyordum bir köşede. Düşüncelerim yanımda sereserpe uzanmış korkmuş gözlerle bana bakıyorlardı. Rahatsız olmuşlardı belli ki. İncinmişlerdi. Kızmıştım onlara senin peşinden gelmesinler diye. Bağırmıştım biraz. “Kalın!” dedim. Yatın şuraya, ses çıkarmayın ve sakın boş bir anımı beklemeyin. Biliyorum beni pek dinlemezsiniz ama yapın işte bir seferleğine…

Farkındasınız anlayabiliyorum bana direnirseniz sizi kontrol edemeyecek kadar yorgunum. Göz kapaklarımı aralayamacak kadar hasta bir yandan da. Çok fazla canım yanıyordu. Midemi, kalbimi, ciğerlerimi güçsüz ellerimle söküp atmak istiyordum. Kontrolüm altında olmayan her şeyden kurtulmak… kendimden hayatımdan belki de… senden, gidişinden, susuşumdan, izleyişimden, aptal rolümden…

Sana söyleyecek çok şeyim vardı halbuki. Boştu belki, ahmakçaydı, saçmasapandı ama boğazımda kocaman bir düğümdü hepsi. Aradan yumurtayı dölleyen tek bir sperm gibi kaçmış fakat ağzımdan çıkmayı başaramamış kelimeler… Keskin susuşum gibi yeni bilenmiş can yakıcı şeylerdi. Ama yapamadım… Gidişin bile o kadar güzel geldi ki o an kıyamadım seni yakmaya.

“O” kelimesi miydin bilmiyorum ama tam “ben” din giderken. Ben gibi konuştun o an; film repliği havasında. Senin kulağına fısıldadığım tatta fısıldadın ruju bedenimi boyamış dudaklarınla: Bugün yaşayacak olacağım hayatımın ilk günü ve bunda sen olmayacaksın!

Nedensiz yere gülümsedim. Daha sonra kaslarım beni bitmek bilmeyen kahkahalara sürükledi. Sen kapıyı yavaşça üstüme örttün ve gittin.

Pencereden seni izledim. Bahsettiğin ilk günün ilk güvensiz, inatçı adımlarını.

Kapıya ilerledim ben de kapadım bir kez üstüme. Döndüm duygularımı portmantonun boş yerlerine astım. Pencereye tekrar yöneldim. Yerde yatan düşüncelerimi aldım ve son nefesimle şişirdiğim balonun ucuna bağlayıp gökyüzüne bıraktım.

Aynayla göz göze geldim ve çırılçıplak beni gördüm yarımyamalak. Gittikçe siliniyordum. Yere çöktüm. Kolumun içimdeki boşluğa düşüşünü hissettim. Bir daha kafamı kaldıramadım bakmak için.

Yoktum…

14 Temmuz 2010 Çarşamba

..yüz..


kartları bir bir yere düşürmüştü..
sonunda gerçekten bir düş kırıklığı gibi
ayaklarına batan acının tek celsede onu boşaması an meselesi
evet yere... bir bir yere düşürmüştü kartları
herkes biliyordu artık tüm olağanlıyla peşinde olduğu şeyin
şeyler
olması gerekenler
kendi kendine çıkamayacağını anladığında ,işte gene aynı yere sarılma isteği
fütursuzca hareket ediyordu
ani bir suskunlukla tekrara dönüşen yerlerde gezdiği son halini
yüzümüzde oluşan bir yüz daha gibi
işte şimdi arkanı dönme sakın
gerek kalmadı
biliyorum hayatı
öğretme bana
ardımda bıraktığım konuşmalardır hayat
senin o yüzünden kalan son parçanın portresi
keşke olabilseydi
ama yeterli değildi
tek yüzün olmasına
sana
bana
ne kadar kaldı daha...
şimdi hayat
olsa olsa bir yüz bilirdi..
bin yüz daha olsa
geride kalanları ezdi geçti...

- QueeN -

13 Temmuz 2010 Salı

anybody

Sıkıntının bu kadarı.. sabahın köründe kalkmış gelinlik resimlerine bakıyorum..
:)))))
Bilmeyenler için ben sevgilisinden "kurtulmuş" bir taze bekarım arkadaşlar:))
....


Bu sayfaya ne zaman baksam şiirsel ve ciddi şeyler var. Ben fazla lakayit kalıyorum diğer yazar arkadaşların yanında. İşin aslı şu, hayatı o kadar ciddi yaşıyorum ki sululuğumu sayfalara akıtmam lazım. Boğulacağım yoksa!
......


Diyorum ki; pes etmeden sevelim. Varlığında değil, yokluğunda da sevelim onu. Bizimle olma ihtimali olmasın onu "sevilir" kılan. 
Birde hiç nefret etmeyelim..
Nefret en canlı renklere bulaşan siyah gibi. Soluyor renkler.. 
Stresini tuvallere, sululuk yapma ihtiyacını kağıtlara aktaran biri olarak söyleyebilirim ki bugün o gün!


Senin karar vereceğin gün bugün.
Bitirmeye - yürümediğine inanmaya başladığın bu ilişkiyi- ya da inat edip sürdürmeye..
Ne hediye alacağına - hediye almaya değer birileri vardır çevrende (umuyorum ki!)
[Bu arada 17 temmuz doğum günüm diye aklım hediyelerde bugünlerde:)) Her güzel kıyafet, telefon, oyuncak potansiyel hediye benim için!]
Rahatsız olduğun o davranış için onu karşına alıp açık ve net kendini ifade edeceğin gün, bugün.
Girmeye çalıştığın iş için görüşmeye bugün gidiyorsun
ya da 
uzun zamandır başlamak istediğin o resime başlayacağın gün, bugün!
E o zaman bugün büyük gün!
Kutlayalım mı?


hı birde pes etmeden hayal kur lütfen. Bir gün gelecek fark edeceksin ki yaşamana sebep o hayaller..


Beyler bayanlar, merdivenden kayanlar! Günün parçası için bu taraftan..





Bugünü rock günü ilan edelim mi... Şarkılar verelim birbirimize hediye.. 


Muah!!

9 Temmuz 2010 Cuma

koku


Sana bunları söylemek arzusundayım.. her defasında daha da tükeniş besliyorum kalbimde…huzursuz bakışlar seziyorum üzerimde..ama bir tek rüyalarıma kimse karışamıyor..koca bir savaş enkazını kaldırmak kadar kolay ve bir okadar zordur kaldırmak cesetleri bir bir..kokuşmuş et parçaları, güzeldiler… sana bana bir şeydiler… her biri ayrı bir tek kelimeydiler… cümlenize özneydiler, yüklemdiler… sizse dolaysız yollardan oldunuz tümleç… nereye sorusunu sormadan.. katlettiniz.. acının kokusunu çekin genzinize, ciğerlerinizi yaksın.. siz bilmezsiniz leş kokusunu..insan eti kokusunu…bana ızdarıbı gösteren savaş kokusunu… görmeden kaçıp terk ettiler… bildiklerini sanırlar..oysaki kendi ölümleri bıraktıklarından daha yoksundu ölmemeye..yaşamalıydılar…yaşarken ölmeliydiler…kendilerine ölmeli kendilerinde o kokuyu görmeliydiler…ve sonra bir kez daha ölmeliydiler… biz öldürdük demelilerdi…her notadan çıkan ayrı ses gibi..her telden çıkan tüm tel ses gibi tek bir ağızdan söylemeliydiler…biz yaptık…en büyük eserimiz geride bıraktığımız insan kokuları…bu müthiş kokuyu duyma arzusunda olduklarından daha fazla istediler…bu muhteşem kokuyu hapsetmeye okadar kararlıydılar ki ateşe verdiler her yanı…kan kokusu…leş kokusu…daha da alevlendi…alev yakmak istemezdi…yapmak zorunda bırakıldı…yaktı…kül oldu olanlar…geriye leş bir koku…şimdi söyle hangi elin marifeti küle döndürdü bizi… biz yok olduk…ne geçti ellerine bunca ceset dolu gözlerle…ben söyleseydim..beni kim yakmak isterdi ..bilseydim derdim..alın yakın…nedir bu bedenden istenilen..ne olabilir uğruna bu kadar ölüme nedensizlik…ki sataşırsın başkalarına bıraktıkları uğruna peki ya sen…nerde senin savurduğun küller….

noktalama

Bir virgül diye düşündüm başlangıçta. İnce, zarif ve arkasına sakladıklarını an ve an görebileceğim bir virgül… heyecanlıydım, inançlıydım, sabırsızdım… zordu görebilmek belki, beklemek de. Ama vardı bir şeyler biliyordum. Hani anlamsız ve saçmasapan bir his oluşur ya insanın içinde bazen. Tam olarak öyleydi işte. Bir yanım uğraşma derken bir yanım kendini alamıyordu bu gizemden. Gülünçtü aslında sonunu bilmediklerim benim için. Uçsuz bucaksız tahminlerimden oluşan yumağa dolanmış yuvarlanıyordum zaman zaman…

Sense noktalama işaretlerinden oluşan bir bilmece gibiydin; hep korkutuğum noktalama işaretlerinden… hepsine birer anlam yüklemiştim kendimce. Hepsi özeldi. Noktalama işaretlerine bağlanmıştım. Ünlemlerin heyecanlandırırken beni virgüllerin sabırsızlandırıyordu. Hemen üzerinde ufacık bi mürekkep izi olsa düşünceler aleminde kayboluyordum. Nokta görmek istemiyordum; olumsuz kesin yargılar beni bıçak gibi kesen… bir sonrasını düşünmek yorucu ve çıldırtıcı olsa da düşünüyordum her an. Kuytularıma çekilmiş senaryolar yazıyordum, onların olabilirliklerini hersaplıyordum.

Sen hesaplarımda bazen bilinmezi oynarken bazen de yokoluşu canladırıyordun. Bu hallerini uzaktan izliyordum. Adım atacak yerim yoktu, söyleyecek sözüm yoktu. Bazı anlar hiçbir şey yoktu. Derin bir boşluktan ibaretti yaşam dediğimiz dört duvar.

Alıştığımın aksine seni çözemiyorum. Çok karışıksın. Anlamlılığına erişemiyorum. Sana uygun noktalama işaretleri bulamıyorum. Kafamın kaymış tüm semptomlarını toparlamaya çalışıyorum ama beceremiyorum. Sürekli hata veriyor beynim. Bitmek bilmeyen soru işaretleri var. Arada üç nokta geliyor aklıma ama fazlasıyla kısır kalıyor. Seni bütününden ayıramıyorum, tırnak içine sığdıramıyorum. Biten kalemime inat tükenmiyorsun. Gerçek misin yoksa mürekkep oyunu mu? Yoksa hep beklediğim misin? Evet kesinlikle bu olmalı hiç düşünemediğim gibi o olmalısın…

Sana henüz adım atmadığım bir dünya çizdim.

Hoş geldin!

8 Temmuz 2010 Perşembe

3 heykel

İki Komşu Ülkenin Hükümdarları Birbirleriyle Savaşmazlar Ama Her Fırsatta Birbirlerini Rahatsız Ederlerdi. Doğum Günleri, Bayramlar Da İlginç Armağanlar Göndererek Karşıdakine Zekâ Gösterisi Yapma Fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan Biri, Günün Birinde Ülkesinin En Önemli Heykeltıraşını Huzuruna Çağırdı. İstediği; Birer Karış Yüksekliğinde, Altından, Birbirinin Tıpatıp Aynısı Üç İnsan Heykeli Yapmasıydı. Aralarında Bir Fark Olacak Ama Bu Farkı Sadece İkisi Bilecekti.

Heykeller Hazırlandı Ve Doğum Gününde Komşu Ülke Hükümdarına Gönderildi. Heykellerin Yanına Bir De Mektup Konmuştu.

Şöyle Diyordu Heykelleri Yaptıran Hükümdar: "Doğum Gününü Bu Üç Altın Heykelle Kutluyorum. Bu Üç Heykel Birbirinin Tıpatıp Aynısı Gibi Görünebilir. Ama İçlerinden Biri Diğer İkisinden Çok Daha Değerlidir. O Heykeli Bulunca Bana Haber Ver."

Hediyeyi Alan Hükümdar Önce Heykelleri Tarttırdı. Üç Altın Heykel Gramına Kadar Eşitti. Ülkesinde Sanattan Anlayan Ne Kadar İnsan Varsa Çağırttı. Hepsi De Heykelleri Büyük Bir Dikkatle İncelediler Ama Aralarında Bir Fark Göremediler.

Günler Geçti. Bütün Ülke Hükümdarın Sıkıntısını Duymuştu Ve Kimse Çözüm Bulamıyordu. Sonunda, Hükümdarı Fazla İsyankâr Olduğu İçin Zindana Attırdığı Bir Genç Haber Gönderdi. İyi Okumuş, Akıllı Ve Zeki Olan Bu Genç, Hükümdarın Bazı İsteklerine Karşı Çıktığı İçin Zindana Atılmıştı.

Başka Çaresi Olmayan Hükümdar Bu Genci Çağırttı. Genç Önce Heykelleri Sıkı Sıkıya İnceledi, Sonra Çok İnce Bir Tel Getirilmesini İstedi. Teli Birinci Heykelciğin Kulağından Soktu, Tel Heykelin Ağzından Çıktı.

İkinci Heykele De Aynı İşlemi Yaptı. Tel Bu Kez Diğer Kulaktan Çıktı. Üçüncü Heykelde Tel Kulaktan Girdi Ama Bir Yerden Dışarı Çıkmadı. Ancak Telin Sığabileceği Bir Kanal Kalp Hizasına Kadar İniyor, Oradan Öteye Gitmiyordu.

Hükümdar Heykelleri Gönderen Komşu Hükümdara Cevabı Yazdı:

"Kulağından Gireni Ağzından Çıkartan İnsan Makbul Değildir.

Bir Kulağından Giren Diğer Kulağından Çıkıyorsa, O İnsan Da Makbul Değildir.

En Değerli İnsan, Kulağından Gireni Yüreğine Gömen İnsandır. Bu Değerli Hediyen İçin Çok Teşekkür Ederim."

/ Alıntıdır!

7 Temmuz 2010 Çarşamba

sessiz


olacaklardan habersiz değildik aslında...sadece rol yapıyorduk tüm olağanalığıyla...
sessiz bileşimlerle iç içe geçiyorduk
şimdi sınırlarımızı biliyoruz desekte.. aynen devam ediyoruz... herkes gibi ayıp ediyoruz.
kimliklerimizden hiç sıyrılmadık.. kimi istesek oyuz...aslımız bir tek bizim bildiğimiz..
ya peki sonrası diğerlerine söylediğimiz onca yalanlar ne olacak??
bizim bile çözemediğimiz onca şeyin hesabını kendimize nasıl soracağız...??
tüm korkumuz bu mu yani...??!!
kendimiz de bizi terkeder diye mi tüm bu olanlar??
suçsuz muyuz yani??
hiç mi saygımız yok kendimize...??
açıklasak ya gerçekleri...
nedir derdimiz...??
mide bulantısı yapmıyor mu size de??
mide ilacı mı aldın gene..??
tamam geçici çözümlerin kuklası..
kendini başkarının ellerine teslim et..
kendini bu kadar sevdiğini bir de bende duyman şaşırma ifadesini tekkerrür ettirir yüzünde
sevmiyorum seni..
istemiyorum seni...
ya öncesi..
bırakma beni..
sakın...
olmaz sensiz...
eskiye çentik at..
sonra sar başa...
bulanık sesleri duydun mu..
aslında tüm olanlar bundan ibaret..
geri sar başa al..
geri sar başa al..
dırırı dırırı dırırı...
işte senin söylediklerinin hepsi bundan ibaretmiş...
seniiii
sevi... yorrr.. umm....
oysa sessiz olmalıydın
her başa aldığımda
ve
..
yine..
ama bu sefer..
tüm şarkılar bitince..
tekrar dinlemek istemiyorum seni...
şimdi sessiz bir ses biliyorum...
asıl olan..
kendimize..

6 Temmuz 2010 Salı

Sen dizime yattın, ben bir hikaye anlattım ve sen büyüdün.

Issız adam'ın sloganı. 
Ama bu cümle gibi bir hayat GERÇEKTEN yaşandı. 
Yaşan-dı diyorum, çünkü o öldü.
Onun kim olduğuna gelince... Hasta ruhlu biriydi. Arayışta yaşayan ama neyi aradığını bile bilmeyen.. Hayatı elinin tersiyle iten.. Ve gerçekten yaşamaktan zevk almayan biriydi, gitti.
Kendi isteğiyle veda etti her şeye.
Artık ondan bahsetmek istemiyorum. Çünkü o, eskiden bendim. 
Artık değilim.
..
Merhaba!
HAREKETLİ VE SICAK BİR HAFTA SONU GERİDE KALDI. 
Bugünlerde herkes aynı şeyden bahsediyor. Tutulamayan sözlerden.. Aynada - kendine verilen!

Eski olan her şeye bakıyorum da, farklı görüyorum bugün.
Hasta olunca kahkaha atıyorum mesela artık. Ölüm hele, nasıl komik geliyor.. anlatamam!
Neden biliyor musun? İşte bu fotoğraf ve bunun gibi bir sürü var daha, değiştirdi yaşadığım her şeye bakışımı. 
2 TL'nin ucunda satılıyor ölüm. Yaşamı ise kimse bedellendirememiş henüz. Sana "artık hayatın değerini anladım" nidalarıyla seslenmeyeceğim, korkma. Zaten bu fotoğrafı ve o saatleri hatırlamıyorum! Sevdiğim adam çekmese bu fotoğrafları, anlattıklarına "uyduruyor" diyeceğim. 
Zihnimde kocaman bir delik oluştu. Bir sürü anı, bir sürü saat.. Ve bir çok acı.. gitti!
Ve fakat zor bir durum - yaşadıklarını başkalarından öğrenmek. "Çok acı çektim mi?" diye sormak ve karşındakinin gözlerinin dolmasını izlemek..
Saatlerce başında bekleyen insanları karşında görüp, "nasılsın?" dediklerinde "kim bunlar?" diye sormak. Sana elleriyle ayran içirdiklerini hatırlamamak.

Bu nedenle başlık bu. Ben başımı ölümün dizine koydum, o bana bir hikaye anlattı ve ben artık büyüdüm. 
Başkalarının ne düşündüğünü önemsemiyor oluşum bundandır. 
Ve aşığım.. 
Yine yeni yeniden, aynı adamı farklı görüyorum. 
Ona, onu sevdiğimi söyledikçe içimde büyüyor hissettiklerim. Benim için yaptıklarını başkalarından dinledim. Bilmezdim bu kadar sevdiğini beni. Ve sanırım o da bilmiyordu - ölümümü izleyene kadar..
17 Temmuz benim doğum günüm ve sanıyorum ki bu yıl diğer doğum günlerimden daha başka olacak. Doğumun ne olduğunu bilerek kutlamak başka olsa gerek.. Aynada kendine söz vermekten çok başka bu. 
Bu..bir dileğin kabul olması aslında!
Yeniden başlamayı dilemiştim, acıyla ödedim bedelini.. Ve biraz sağlıkla. Şimdi ayağa kalkınca gözlerim kararıyor hemen ama olsun. İnan bana seviyorum artık nefes almayı..
Çünkü beklediklerim var hayattan.. Beklediklerim var hayatta!
Ve sevildiğim, sevdiğim biri.
Seçim yaptım ben. Hayatımı kiminle birleştireceğimden tut, ne yaşamak istediğime kadar. Seçtim ben!
Tüm bunlar olmadan birkaç saat önce kendi kendime konuşmuştum; "Tanrı" demiştim.."Tanrı ile bir anlaşma yapmışım, seçmişim bu hayatı, olduğum kişi olmayı. Ama hatırlamıyorum! Hayır, ben Tanrı ile yeniden masaya oturacağım. Bu hayatı böyle kabul etmiyorum!"
Hatırlamadığım o saatlerde sanırım biz yeni bir anlaşma yaptık onunla. 
O, içimdeki isyankarı aldı.. Bende koşulsuz sevgi ve şükür beslemeye başladım.
İşte böyle bir kaç gün geçti. Etkileri üzerimde..

Sana -umarım bir gün sende birinin gözlerine bakarak söyleyebilirsin- bu şarkıyı hediye ediyorum.
Sağlığım tamamen geri gelince, biraz alkol ile bu değişimi kutlayacağım..
 Ama şimdi kahvemi "yeni hayat" şerefine yudumluyorum.

Sevgiyle

3 Temmuz 2010 Cumartesi

kendimle seyahat

Her şey boştu başlangıçta. Boşu boşunaydı herşey. Öylesineydi. Bir heyecan içindi belki, bir farklılık için. Bilmiyordum damlaya damlaya göl olduğunu. Söylerdi halbuki annem hep bana nadiren. Ama öğrenememiştim. Böyle olmaz derdi bana. Bir keresinde “hayat sandığın gibi değil” demişti. Ben yine anlayamamıştım. Ve “bir an” demişti. “O an herşey değişecek.”

Ama hep böyle değil midir? Bir boşluk yok mudur? Genelde doldurduğumuzu sandığımız…

Fakat geride kalmıştı bunlar benim için. Her şey farklıydı artık. Bunu tüm hücrelerimde hissettiğim an yaptım: anneme gittim.

“O gün geldi mi anne?” dedim. “ Hani hep o bahsettiğin zaman. Sandalyemden, koltuk değneklerimden vazgeçip kendi başıma yürüyeceğim zaman bu zaman mı?”

Sustu annem. Bir tek nefesi vardı suskunluğa hançer geçiren. Bir şey demesini bekliyordum ama o bir şey çıkmıyordu tenime değmesine bayıldığım yumuşacık dudaklardan. Beklemek istemiyordum. Heyecanlıydım. Kalbim uçmaya çalışan bir kuş gibi çırpınıyordu. Daha önce hiç görmediğim kadar suskundu bakışları. Anlamıyordum. Hep bu anı beklemiştim oysaki. Hayatımın en önemli yüzleşmesi olarak görüyordum bunu. Ve sadece tek seferlik bir yüzleşme.

“Konuş!” dedim anneme. “Bana bir şeyler söyle.” Gözlerim doldu. İntihara meyilli bir damla bırakıverecekti birazdan kendini göz kapaklarımdan.

Yaklaştı ve sarıldı bana. Kolları daha bir büyümüştü sanki. Ona sığınmak istediğim fakat bunu yapamadığım anlar geçti gözümün önünden birer birer. Hayal ettiğimden çok farklıymış burası. Çok daha sıcak ve güvenli. Her şey kayboldu o an. Sadece onun kolları kaldı. Çok şey yaşamıştı belki ama yorgun bir vücut hissetmiyordum omuzlarımda. Onu göremiyordum ama tüm dünyayı içine çekercesine aldığı nefesi duyabiliyordum.

Derin bir nefesin ardından “bitti” dedi bana. “Ne bitti?” demek geldi içimden ama olmadı. Sonra konuşmaya devam etti:”Şu an için dağarcığımda sana söyleyecek tek bir kelimeye bile sahip değilim beklediğin şeyle ilgili.” Anneler bazen böyledir diye devam etti ardından. Her zaman istediklerini veremezler çocuklarına ve ben de şu an bu noktadayım. Sanırım sıfır noktasında.

Duymak istediklerim bunlar değildi benim ama yine sustum. Sözün bittiği yeri merak ediyordum.

Bu anın geleceğini biliyordum dedi. Ve bunun için sana bir şey hazırladım bir süre önce. Çekmeceye uzandı beni bırakan elleri. Hafif sararmış bir zarf uzattı bana. Hemen ardından da kesin dille söylenmiş bir talimat belirdi:”Açma!”

Şaşkın yüz ifademi saklayamadığımı biliyordum. Benim yanımda olmaz dedi. Bana tekrar sarıldı ve şimdi gitme vakti koca oğlan diye fısıldadı. Bir kez olsun sözünü dinlemeliydim sanırım. Ayaklarım beni kapıya kadar götürdü. Yanaklarımıza kondurduğumuz karşılıkla öpücüklerden sonra kapı üstüme yavaşça kapandı.

Hızlı adımlarla en sevdiğim parka gittim. Ve en sevdiğim banka oturdum. Hanımeli kokusunu tüm vücudumda hissedebiliyordum. Titrek ellerimle açtım zarfı. İçindeki dörde katlanmış kağıdı çıkardım ve katlarını açtım. Şu satırları okudum:

Bugün senin doğumgünün oğlum. Senin gerçekten sen olduğun ve bunun farkına tamamen vardığın gün. Şu an evde oturmuş ikinci doğumgününü kutluyorum. En ciddi karşılaşmamızı atlattık. Kaşların hafif çattı. Organların birbirine vurdu… hayat…

Hayat elindekinden ibaret değil. Büyük bölümü görmediklerinden, dokunmadıklarından, hissetmediklerinden ibaret.

Yeniden doğdun ve doğmak sorumluluk ister. Yanında çaba dolu günleri de beraberinde getirir. Bunları aştıkça, adımların iz bıraktıkça alırsın karşına onu.

Hayat birçok günden oluşur fakat gündelik sevdalar, heyecanlar oluşturmaz onu. O peşinden koşmaz, önünden gider sen koş onu yakala diye.

Anneler hep vasiyet ederler, öğüt verirler derler. Anne yüreği derler, doğuştan gelen içgüdüler derler… ama sadece derler.

Halbuki annelik bazen susmaktır anlamak her zaman kolay değil diye, uyandırmamaktır yüzleşsin diye, korumamaktır savaşsın diye, yol göstermemektir kendi pusulası kendi olsun diye… Sen söylenenlere kulak asma. Onlar hep söylerler. Mutlaka vardır yanıbaşında dolanan birkaç söz. Dinleme…

Artık kalkma vakti koca oğlan. Yanlış yap, hatalı karar ver ama kalk artık. Artık bitti oğlum. Bu patikanın sonuna geldin. Atla hemen öbürüne çok fazla zaman kaybetme.

Ve şunu bil ki oğlum bu yazılanda sen varsın, o yüzden şu an ellerinde… Kendini buruşturup atma. Seni seviyorum.

Kağıdı tekrar dörde katladım ve zarfa geri koydum. Bir sigara yaktım ardından. Düşünceler alemine daldım ve ayağa kalktım. Yol aldım bilinmezliklerime. Gittikçe gördüm uçsuz bucaksızlığı. Ciğerlerimi temiz havayla doldurdum ve en dibe daldım. Gereksizlerimi bir midye kabuğuna sakladım ve fırlattım ufka doğru. Saatime baktım 05:56 idi. Kendimi yanıma aldım ve merdivenlerin başına geçtim. Beni çağırıyordu en üst basamak göremesem de. Ve oraya doğru gittim. Hayata bir seyahate…

2 Temmuz 2010 Cuma

yangınlar ortasındayım...

Yangınlar ortasındayım 37 canla. Uzanıyorum göğe arşın arşın, dilimde türkülerimle. Söylenecek en güzel türküye uzanıyorum… içim rahat bedenim acısa da…
Etimdeki yangının sebebi “sürü” var dışarıda. Sesleri “din elden gidiyor” mu diyor ne? Onların “Din” den anladıklarını ben anlamadım! Sorabilir miyim ki “sizin dininiz ne ?” diye?
Sesleri geliyor ellerinde ateş, yüreklerinde buzla… insanlığın, merhametin, inancın, güzelliğin hatta dinin bile farkında olmadan; dillerinde benim anlamadığım, onların ise anlamını bilmediği bir iki cümleyle…
Ben yanarım, yanmak kafiyse… yasaklı yollar açılacaksa, güzellikler özgür kalacaksa.
Yakın beni savurun küllerimi maviye… tam burada sizin insanlığınızın ve imanınızın yok olduğu ama tarihin pasını üzerinden attığı bu yerde…
Yakın bedenimi, türkümü yakamazsınız ya…
Yakın bedenimi, vicdanları kavuramazsınız ya…
Yakın bedenimi, ben yanarım. Nasıl olsa yanmak lazım aydınlığa çıkmak için…
Yakın bedenimi, bir yangınla binlercesinin doğmasını engelleyemezsiniz ya …

1 Temmuz 2010 Perşembe

güç

Daha yeni kavuştuk bedenimle. Yeninden soyunmak için cayır cayır yakan geceye. Tüm ışıklardan arınarak, gecenin bütün ıssızlığını ve sahipsizliğini emmek için.
Sis bu gece tamamen örtememiş çıplaklıklar. Tenha sokaklarda boş boş gezinen düşleri görebiliyorum. Kaldırımları dövercesine atılan yalınayak adımları…
Bir de çığlıklar duyuyorum. Acı ve şehvet karışmış, kokularını birbirine sinmiş. Sevmeden sevişen insanlar gibi…
Bir gökdelenin en üstündeyim. Pencereme her sabah gelen güvercinler gibi özgür, onların tüyleri kadar hafif hissediyorum kendimi. Yakalanma korkumu bıraktım biraz önce içimdeki sonsuz boşluğa. Şimdi sesi duyamayacağım kadar uzakta.
Tamamen temizlenmek için tek eksiğim yağmur damlaları. Hırpalanmaktan morarmış kaldırmların soluklanması için ve de.
Güneş doğmamalı henüz. Yeni bir gübe hazır değiliz, aydınlanmış gibi hissetmeye kendimizi.
Arada soruyorum kendime “çok mu karamsarım?” diye. Cevap bulamıyorum fakat derinliklerimde. Kayboluyorum. Siniyiyorum bir köşeye sessizce ağlıyorum hasretle beni bekleyen yatağıma aldırış etmeden tüm acizliğimle…
Gece susmak üzere artık. Yeni güne saygı seramonisine hazırlık başladı. Ve ben hayal kırıklığı içinde tekrar yatağımın yolunu tutup, bir sonraki geceye soyunmayı bekleyeceğim. Herkesten habersiz ama herşeyin farkında olarak. Yine hissetmeye, değiştirmeye çalışacağım tüm olan biteni.
Güneşin zorunlu olarak değil de “geceyi yendin” ışıklarıyla bana selam vermesi için. “tüm yanlışları yok ettin, önlerine çit ördün, maskeleri düşürdün ve beni hak ettin” demesi için.
Şimdi gel tüm benliğimi tekrar ısıt ve beni gece için güçlendir…

- Özgür -