31 Ocak 2011 Pazartesi

Kelebek

Gün ışığı gözlerimi daha fazla kapalı tutmamı engelliyordu. Hava o kadar güzeldi ki sanki birazdan penceremden içeriye bir tane kelebek girecekti. Mutluydum, içim dolup taşan bir huzur duygusuyla kaplıydı. Hayatı planlamamaya yönelik planlarım başarılı olmuştu. Dünü, bugünü, yarını hesaplarıma katmamanın faydasını bana getirdiği güzellikleri yaşamanın verdiği keyifle yaktım sabah sigaramı…

Aklımda kötü şeyler yoktu şöyle bir düşündüğümde. İçimde bir sıkıntı yoktu. Gözlerimin önündeki kasvetli bulutlar dağılmış gitmişti. Aklımı meşgul eden tek bir şey vardı. Aklımdan başlıyordu, her aldığım nefeste ciğerlerime giriyor, ondan damarlarımdaki kanı takip ediyordu. İçimde kendine yerleşim bölgeleri kurmuştu. Git gide büyüyordu görkemli tarih kitaplarından esinleşmişçesine…

Boş gözlerim artık yerini parlayan iki cisme bırakmıştı. Düşünüyorum ara sıra fener mi tutuyorsun diye ama seni görebiliyorum her bakışımda…

Karamsar yazıların derinliğinden kaybolmuşluğun verdiği keyifle bakabilmek dünyaya çok güzel bir hismiş… Günümü planlamam artık, düşünmem , sürekli düşünmem…

Bilmediğim bir kapıyı çaldım, açılmadı hemen bekledim dışarıda. Güneşli günler yaşadım, bazen şimşekler çaktı, yağmurlar yağdı… Şemsiye tuttun bana, üşümemi engelledin… Kapıyı açtık ve uzun bir yol gördüm sağında solunda çiçekler olan. Ağaçlar vardı büyümekte olan, yeni yeşeren çimenler. En sevdiğim koku vardı koklamaya doyamadığım. Adımlamaya başladım yavaş yavaş yanımdaki güçle. Adımlarımı attıkça çoğaldım, ufuğu biraz daha gördüm… Gözlerimi çevirdim ellerime baktım, yanıbaşımda olan güce; gülümsedim, daha da huzur ve sen doldum…

Gözlerimi açtım ışığı görmek için. Her şey o kadar güzeldi ki penceremden içeriye bir tane kelebek geldi…

5 Ocak 2011 Çarşamba

Sanal Sonsuzluk

Sabaha kadar uyumamış olmanın verdiği aptallıkla ve günlerdir alt üst olan düzenimin saçma bir kısır döngüye sıkışıp kalmışlığıyla kalemimin silinmiş yazılarını ve anlam veremediğim kıvrımlarını izliyorum.

Alfabenin bütün harflerini “sayısal” bölümümde tahtada görürken bir yandan da anlamsızca onlara bakan “sınıf insanlarını” izlemekten keyif aldığımı söyleyemem. Aslında tamamen hayal ürünü olan şeylerin hayatımın hangi noktasında işe yarayacağına kafa yoramadığım noktada sembolleri incelemek yerine kafama bir huni geçirip insanların şaşkın bakışları arasında sokaklar dolaşmayı yeğler durumdayım.

Tam yolun ortasındayım. Hızla gelen bir otobüsün beden kaçamayacağı kadar ortada. Kimsesizliğimin şeridine sağ şeridi iptal edip aheste adımlar atacak gücüm yok.

Şu an tam olarak istediğim şey Platon’un idealar dünyasında bir yansıma olmak… Kendimin kendime ait yansıması. İçimden çıkmış, biraz da dışımdan. Ama sadece yansıma. Daha ötesi değil, daha gerisi de…

Ya da sanal alemde yaratılan karakterler olsak. Kendimizi tasarlasak ve her şey bir oyun olsa. Oyun bittiğinde kaldığımız yerden devam etsek hiçbir şey olmamış gibi. Sonsuz canımız olsa ve her riski alabilme lüksümüz. Her yolu deneyerek yolumuzu bulsak. Canımız yanmasa…

Evet en güzeli oyun olalım konsolları elimizde olan… Kapalı bir kutuda aslında hiç olmayan bir sonsuzluğa ulaşsak…