30 Ağustos 2010 Pazartesi

Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı


Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

/ Cemal Süreyya

27 Ağustos 2010 Cuma

kimlikler arası denge

Bazılarının bilip, bazılarının bilmediği ve bazılarının da bilmezden geldiği gibi; kimliklerim arasında dengeyi oturtmaya çalışır haldeyim.

Büyük aşkımın (laf olsun diye değil- burada 7 yıldan söz ediyoruz) hayatımda olmayı, sandığım kadar önemsemediğini düşündüğüm, hissettiğim için hayatımdan çıkarttım. Bence birine yapabileceğiniz en büyük acımasızlık; o sizi hayat kadar severken, sizin onu "dost gibi" sevmeniz, bu şekilde davranmanızdır. Süründürmektir bu. Yanlıştır.
Benzer durumu bende yaşadım. Benimle ilgili ümitlenmemesi için onunla görüşmüyorum.
O bunu Dünya'nın sonu sandı ama değildi ben buradan görüyordum. Sadece onun daha iyi olması içindi. Kısa bir süre acı ama arkasından rahatlık, uzun süreli acıdan daha insani bir seçim diye düşündüm.
Benim sevdiğim adam böyle düşünmedi. "Aramızda ne olursa olsun kopmayan bir bağ var" dedi. Bu nedenle kopartmayı denemedi bile... En sonunda yine ortak bir kararla; bunca yıllık arkadaşlığımıza, dostluğumuza, ruhlarımızın birbirine aşık taraflarına ket vurmuş olduk.
Ben onun ilk aşkıydım. Benden sonra birini sevmişti. (Şimdi o kız evli.) Ben hiç kıskanmadım bu süre içinde.. Kendimi özel sanmıştım. Anlatması zor..
En son konuşmamızda "umarım bir başkası da sana böyle değersiz hissettirmez" dediğimde, "belki başkası bana o kadar değersiz hissettirdi ki, ben sende öyle hissetme diye bu şekilde davranıyorum" dedi. Bu şu demek: sandığımın aksine, bizim aşkımızın üstünden gerçekte çok fazla su akmış. İzi kalmamış..

İlk gün hiçbir şey hissetmedim. Aramasını beklemedim.
İkinci gün yoksunluk krizi duymaya başladım. Özledim. Aramak istedim.. Aramadım!

Ve biliyor musun adını anmıyorum. Onunla ilgili anıları anlatmıyorum.. Dün "aşk'a" kadeh kaldırdım..
Onu özlüyorum ama hak ettiğim değeri bulmaya kararlıyım aşk konusunda. Bu onunla değilse, başka biriyledir. 7 değil 70 yıl da geçse biriyle, bu böyledir!

Diğer bir konu; hayatta olmak istediğim yer ile ilgili..
Hayallerime yürüyorum. Bu beni mutlu ediyor. Yasemin Mori'nin de dediği gibi: yoksun, nedenin yoksa! Ve sanırım benim nedenim; hayal ettiklerim!
Yeni projeler üretiyorum. Dikkatimin dağılması malum konu içinde işime yarıyor..

Annemin işiyle ilgili yardım ediyorum. Annemin gözlerindeki, gurur duyan ve sevmeye bile kıyamayan o bakışta şarj oluyorum...

Uzun zaman sonra bugün eve gelirken, kendime hediye aldım. Eskiden çok yapardım. Değerimi unuttuğumdan beridir yapmıyordum..
Her şey tek bir şeyi unutmakla başlıyor.. sonra her şey birer birer unutuluyor..
Ve zaten insan, unutan demek..

Huzurla
Gabriel.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Doğum Günü

Rengarenk balonlar vardı ayaklarımı yerden kesip yükseklere çıkaran. Güzel şekerlemeler vardı tadı damağımdan hiç gitmeyen. Hatırlıyorum...
Annemin bana aldığı ve baştan yapmak için bozduğum kırk adet olan arabalarım gibi. Babamın aldığı satranç takımı, ablamın aldığı cüzdan, eniştemin aldığı kitap gibi. İlk öpüşmem, ilk sevişmem gibi hatırlıyorum...
Bugünümde geçmişime daha çok dönüyorum. Gözlerim biraz daha fazla yağmur bulutu taşıyor. Biraz daha fazla seviyorum "hayat" denilen körebe oyununu. Aşkı daha iyi anlıyorum.
Takvim yapraklarını karıştırıyorum. Eski fotoğraflarda kaybediyorum kendimi. Kendimin içinde yüzüyorum ve en derinlerde nefes alabiliyorum. Boğulmuyorum...
Bugün doğum günüm ve seviyorum bugünü. Bayram kartlarının tutsaklığından arınmış cümleler hoşuma gidiyor. Kimi seyran diyor, neşe diyor; ben sıcaklık, samimiyet diyorum. Isınmayı seviyorum...
Mimarlarıma (annem ve babam) teşekkür ediyorum :)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Hava Durumu

İnsan hep bir şeyleri kaçırıyor hayatında. Bazen bunun farkında olarak, bazense olmayarak…

Duygu yüklü bulutlar doluyor daha sonra içine, çıkacak boşluk olmuyor. Bir kısmı gözlerini yaşartıyor damla damla , bir kısmı ışığın peşinden gidip karadeliklerde kayboluyor, bir kısmı da çekimser kalıyor oyuncak almak için dükkana sokulan bir çocuk gibi…

Bulutlar bazen şimşekler çaktırıyor insanın içinde pişmanlıklar yüklü. Ve çarptığı duyguyu koparıp yerle bir ediyor. Hüzün katıyor yapraklara…

Bazen çekiliyorlar ve güneşi selamlıyorlar. Cayır cayır yakıyor güneş, insanın içini ısıtıyor…

Kar yağıyor, her yer soğuyor. Bütün duygular bembeyaz bir soğuklukla örtülüyor. Ayaz vuruyor. Üşütüyor ama sıcak bir kol olmuyor…

İnsanın gönlü hep baharda sanırım. Yeşilliklerde, açan çiçeklerde, uçuşan kelebeklerde, griden neşeli tonlara geçişi sağlayan masum bir öpücükte bir samimiyette…

Ama bir şeyi unutuyor insan zaman zaman. Kış gelip geçmeden bahar gelmiyor. Üşümeden sıcağı anlayamıyor, solgun yapraklardan yeni açılmış parlak ciltli defterlere geçiş hemen olmuyor…

Fakat şimdi güneş açmakta uzun bir kışın ardından. Bahar gelmiş olmalı. Siyah perdelerimi indirip pencerelerimi açma vakti…

Kapılarımı senin için sonuna kadar açıyorum… çabuk gel çok zamanımız yok. Sırada sonbahar var…

Yalnızlığa dayanırım da..?


Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla.

Yaşlanmak hoş değil öyle duvarlara baka, baka.

Bir dost göz arayışıyla.

Saat tıkırtısıyla…

Korkmam, geçinip gideriz biz mutlulukla.

Ama; ‘’Günün aydın, akşamın iyi olsun'’
diyen biri olmalı.

Bir telefon sesi çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.

Yoksa, zor değil, hiç zor değil, demli çayı bardakta karıştırıp, bir başına yudumlamak doyasıya.

Ama; ‘’ Çaya kaç şeker alırsın ? ‘’

Diye bir ses sormalı ya ara sıra…

/ Can Yücel

20 Ağustos 2010 Cuma

kimsin

Gittiğini duymadım
Çünkü seni dinlemiyordum. Aslında ben seni hiçbir zaman dinlemedim.
Sen konuşurdun, hep konuştun.. Söyleyecek bir sözün mutlaka olurdu en akıllara zarar durumda bile.
Sen hep konuşurdun.
Ne söylediğini senin de bildiğini sanmıyorum, sen sadece konuşurdun...

Kendini anlatmak için değildi söylediklerin, anlaşılmamak için gürültü yapmaktı sadece kelimelerin!
Anlamsız harf diziliminden başka bir şey değildi dudaklarının sarf ettiği..
Ama ben seni severdim.
Tenin bebek poposu gibi yumuşaktı.
Bebek poposuna dokunduğumdan değil, öyle derler ya hani.. kulak memesi kıvamı, bebek poposu..
Bilmediğim şeyler gibiydi senin tenin
Çünkü ben senin söylediklerini bilmediğim gibi tenini de bilmezdim..

Kokunu hatırlamıyorum. Ve zaten koklamadım seni hiç, çekmedim içime kokunu..
Anlamsız seslerin bir kokusu olabilir mi?

Gittiğini duymadım.
Çünkü gitmedin..Buradasın.

İnsan sadece bedensel olarak mı intihar eder?
İnsan sadece bedensel olarak mı gider/kalır?

Gittiğini duymadım. Gürültücü çenen burada değil ama, hiç bilmediğim kokun evimde .. hala..
Gitmedin.
Çünkü gidemezsin..
Kim kendisini bırakıp gidebilmiş ki sen gidebileceksin...?

19 Ağustos 2010 Perşembe

kahvaltı

Akşam kahvaltılarını sever misin?
Ramazan'da sahur için hazırlanan değil bu bahsettiğim..
Bazen sebepsiz, canın yemek değil de kahvaltılık çekmez mi gecenin bir yarısı..
Hayır, eline aldığın küçük bir peynir domates dürümü de değil bu..
Basbayağı kahvaltı sofrası!

Peki o sofradan kalkınca mutlu olur musun sende, benim gibi?
Yemek "ağırlık" verirken, kahvaltı "güçlü" hissettirir -nedense-..
Protein de olsaydı keramet, etli yemekler seni senden alırdı..
hayır dediğim öyle değil..
Kahvaltı; bir aileyi "aile" yapan öğündür.

Akşam yemeği genelde "zor" bir günün ardından tüketilir. Kahvaltı "gizemli gün" başlarken tüketilen besinlerdir.
İşte ben ne zaman bu "gizeme gebe" ritüeli yerine getirsem, içimde umut oluyor..
Umut, bana güç veriyor..

Kahvaltı yapın gençler.. Çünkü umuda ihtiyacımız var!

Gab.

Gerçek

Yarı çıplak bedeni , çıplak ruhunu parsellemiş; budanmayı bekleyen ağaçlar gibi şekilsiz yerde iki büklüm uzanıyordu…

Gözleri hala uzaklara dalıyordu. Hep gitmek istediği ama gidemediği ,güneşin batışının en güzel izlendiği kumsalı düşlüyordu. Gülümserken bir yandan birasını yudumluyor, bir yandan da sigarasını içine çekiyordu nefes nefes… Kulağında kulaklık yoktu. Dalgaların sahille buluşmasını dinliyordu. Ve buna eşlik eden martı çığlıklarını…

Güzeldi her şey. İstediği gibiydi tam olarak. Yarım kalan hiçbir şey yoktu geride, içinde. Ama düştü işte… Alt tarafı aptal bir düş…

Gözlerini açtı kendine geldi… Bir kez daha sapladı elindeki bıçağı kaçmaya çalışan düşlerine ve onları bir kavanoza kapattı, sıkıca kavradı… Deniz yok oldu, sahil yerini kayalıklara bıraktı, martılar tek tek öldü…

Evet şimdi daha gerçekçiydi hayat… İstediği gibi değil ama gerçekçi. Bu gerçek dünya, iyiye işaret!

Burada kirli denizler, et yerine simit yiyen martılar, güneşi kapayan kara bulutlar, insan görünümlü cisimler, sahte samimiyetler, yapay gülümsemeler, düş tacirleri, umut pazarlayıcıları var…

Burası gerçek dünya ve burada yaşamak sadece beden varlığını istemiyor. Aslında çok şey istiyor ve bunların çoğu henüz yok...

Sana kaçış da yok… Kavanozun kapağı açılmayacak!

Burada düşlere yer yok! Gerçekçi olma zamanı…

İstediğin gibi değil henüz sadece gerçekçi...

17 Ağustos 2010 Salı

13 Ağustos 2010 Cuma

Taraf Seçmeyiniz !


Hayat bazen pek yorucu oluyor. Olanlar ve olmak da olanlarla beraber değişime ayak uydurmak da zorlanıyor. İnsanlar hiç durağan olmayan bir ivme ile hareket halindeler. Peki olanları izlemek mi, peşinden gitmek mi gerek? Aslında her ikisi içinde henüz net bir gerçeklik yok.
Bugünler de bir hayli sancılıyız. Olaylar aldı başını gidiyor. Yorumlarına önem verdiğim bir arkadaşımla bir yazışmada fark ettim ki insanlar bir tarafa çekilmek zorunda imiş.Ne kadar buna hayır desem de o bu yönde ısrarcı. Peki benim ülkemin taraf anlayışı nedir ? Birileri ile bir kaç konuda aynı fikirdeyim diye onlardan mı olmak zorundayım ? Yada bir başkası ile zıt düşüncelerim var karşıt mı olmalıyım ?
Hayır taraf değilim. Bu ülkenin başına ne geldi ise taraf olabilme süreçlerinde geldi.60lar 70 ler 80 ler boşu boşuna aydın bir çok insan yok edildi ne uğruna kendi davaları uğruna mı hayır bir çoğu karşıt davadan olduğu için öldü. çünkü insanım konuşmayı pek tercih etmiyor.Konuşsa da bu konuşmaya objektif bakamıyor.kendi doğruları her zaman en değerli olan oluyor. Onların yanlışları yüzlerine vurulsa da bu onların pek de umurlarında olmuyor.Peki biz ders almayı bilmiyor muyuz,kesinlikle bilmiyoruz. Geçmişini bilmeyen geleceğini hiç bilemez demişler boşa dememişler yahu bir bak eskilerine.
Beş yaşındaki kuzenim ellerini sözde kurt yaparak sağcı olduğunu savunuyor ve babası da onunla gurur duyuyor.Bir başkası henüz 12 yaşında olmasına rağmen ben solcuyum diyor annesi aferin oğlum diyor.Ne oluyor peki 5 yaşındaki kendini,hiçbir kavramı bilmeyerek sağcıların eline atıyor 13 yaşında ki de aynı şekilde solcuların.Ve aralarında kavgasız bir sohbet geçmesi neredeyse imkansız hale geliyor.Ülkemin çiçeği henüz genç bile olamadan bir vazoya girip solmayı bekliyor.Bu taraf olmak mı ?
Hiç bir şey bilmeden sağ da sol da dolanan o kadar insan var ki sayıları artık tespit dahi edilemez.Birileri bizi bölmek istiyor içten dıştan;ha bu hükümetten muhalefetten veya ABD'den önemli değil ,bizim onların eline bunu vermemiz önemli. Al kardeşim bak ben buyum ve buna karşıyım ne yapayım gel sen beni ayır beni sağ yap onu sol diğeri Kürt olsun öbürüsü Laz bi sonraki Arap zaten haa o da Alevi..Dini ,siyasi her şekilde sen beni böl de ben hür olayım. Her şey bundan ibaret.Sonra gel keyfim gel.insanlar artık şunu anlamalı.Milliyetçiyim diye MHP li değilim ,Atatürkçüyüm diye CHP li değilim,İnanıyorum diye AKP li değilim.
Ben Taraf değilim olmayacağımda. Ben bu milleti yüceltenden yanayım bu mileti kuran dan yana,millet için çalışanla beraberim.Devletçiyim,Laikim,Halkçıyım,Milliyetçiyim,Cumhuriyeçiyim,Devrimçiyim.Bu ülkenden yanayım.. Aydınlatın bizi kimse size karşı değil ama aydınlatayım derken karanlıklarda bırakmayın..Taraf seçmeyin !

Gidiyorum

Bugün bu şehirden bir süreliğine ayrılıyorum…

Üzülüyorum geride bıraktıklarım için. Sanki döndüğümde hepsi yerli yerinde kalmayacakmış gibi hissediyorum…

Terasım, dağınık odam, mürekkep dökülmüş orta yerdeki kıyafetlerim, dolu küllükler… Hepsi kaybolup gidecekmiş gibi…

Sabah terasımda bir şeyler yazarken oturup kahvemi yudumlamayı sigara içişimi özleyeceğim. Odama gelen güvercinleri, martı seslerini, çatlak alt komşumuzu bile belki..(abartı olabilirJ )

Burada güneş bir başka doğup bir başka batıyor sanki. “En”lerin şehrinde…

Buraya döndüğümde ise kendime çok güzel planlar ayarladım… Daha yapacağım, başaracağım birçok şey var…

Gidiyorum ama kalbimi terastaki çamaşır iplerine eskimiş mandallarla tutturup gidiyorum her gün burayı izlesin diye… Döndüğümde bana neler olup bittiğini anlatsın.

Şimdi gidiyorum ama seni almaya geri geleceğim…

12 Ağustos 2010 Perşembe

yık-an

"Yıkanıyorum".
Biraz sürebilir ama sonra temiz olacağım...
Su biraz sıcak, yanıklar oluşabilir tenimde ama yaralarım bile temiz olacak..
Dedim ya, (senden) arınıyorum.. Temiz olacağım!

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bağımlı

Bir şarkıya takılıyorum ve dinliyorum yine yine yeniden .Bıkmıyorum.
Ellerimle tutup yüreğimle hissedercesine içime alıyorum onu.Bir şeyler beliriyor yan etkileri gibi onaylanmış ilaçların ,sanki sihirli bir değnek değercesine beni benle buluşturuyor.
Şarkı dönüp dururken ben kendimi sorgular buluyorum. umutlarım acılarım nefretim her biri tek tek yansıyor. Kusmak istiyorum bir nefes de hepsini birden ve kurtulmak.oysa hiçbir zaman beceremedim bunu. Her defasında karşısındaki gerçekliğe yenik düşmüş bir amatörüm ben...
Yaşayayım yeter diyorum ;bırakıyorum kendimi..yeniden buluşur elbet göller denizlerle diyorum. Bu sefer umurumda da olmaz hangi denizde boğulacağım,bu bende son bulur böylelikle.Ama ne zaman ellerimi atsam duruyorum her daim korumak zorunda oldugum momentime donuyorum.oysa oyuncak arabalar gibi çarpışıp son bulmalı bu his içimde parçacıkları dahi gitmeli tek bir titreşim istemiyorum . Ama olmuyor...
Ben bir bağımlıyım, neyi seversem ona bağlanıyorum şarkıların durmadan dönmesi bu sebeple, hayatın hep aynı yöne akması da bundan,yüzümün gülmesi alışkanlık , sevgilerim yalan .Tek sebep bağımlı olmam ..bir bu…
Bu bağımlının bu aralar bağlandığı ise Eminem & Rihanna ikilisinden.Eminem şarkının kendine ait bir kısmında 'So lost in the moments' diyor.Bunun olabilmesini diliyorum bende..İyi seyirler..


Eminem Ft. Rihanna - Love The Way You Lie (Official Video)
Yükleyen Musickoliq. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

10 Ağustos 2010 Salı

Unuturmuşum...


Hayatın tadı tuzuydun..
Sanki kınalı kuzuydun
Menekşelerin kızıydın
Adın bahar mıydı senin?

Vazgeçilmez bir tutkuydun
Gönül bahçemin ufkuydun
Gittinde kimlere uydun
Adın sevda mıydı senin?

Yokluğun ateşten gömlek
Dayanamaz buna yürek
Unuttum istemeyerek
Adın hasret miydi senin?

Her nefeste seni aldım
Her gece uykusuz kaldım
Sanki çölde susuz kaldım
Adın leyla mıydı senin?

Unuturmuşum adını
Anlatırmışın tadını
Hayat kırsın inadını
Sende buna gülmelisin
İşte buna üzülmelisin!

/ alıntıdır!

Yarım

Yarısı gitmiş öbür yarısını da bulamamış, rastlantı değişkenlerinden çekmediği kalmamıştı ve gün batımında kaybolmak üzereydi…

Kulağında kulaklığı en sevdiği şarkıları dinliyordu elinde birasıyla turuncu kızıllar arasında yalpalarken.

Bir yandan da yaralarından akan kanın izlediği yolu takip ediyordu … Şakağından başlayıp kalbinin üstünden parmak arasına kadar gidiyordu, ordan da rüzgardan şekli bozulmuş taşlara sızıyordu…

Olasılıkları düşünüyordu. Bir ve sıfırla sınırlanmış dar bi odada yaşamayan olasılıkları… Ama çıkamıyordu bir türlü işin içinden. Dar odanın dışındaydı ama her yer karanlık, her yer engellerle doluydu. Atlayamıyodu üzerlerinden. Pek gücü de yoktu zaten…

Rüzgar okşuyordu saçlarını hafiften. Henüz yeni uzattığı dağınık saçlarını tarıyordu dişleri kırılmış eski bir tarak gibi…

Bilmiyorudum neyi bekliyordu… Ufuktan gözükecek bir gemiyi, yüzerek gelecek deniz kızını mı, neyi? Bilmiyordum onu ama neyi bekliyorsa gelmeyecekti, beyhude bir bekleyişti…

Güneş günü tek celsede boşamış siyahları giymişti gece. Taşların arasından parlıyordu hala yaralarının gözyaşları.

Kulaklarını tırmalayan kulaklıkları çıkardı ve denize doğru fırlattı. Ellerini yumruk yaptı. Belli ki vuramıyordu kendine ama içsel sataşmalarda bulunuyordu ve kaybediyordu… Sürekli kanıyordu.

Dayanamadı ve ayağa kalktı ve ileriye doğru bir adım attı önündeki boşluğun tam kalbine… Gözyaşlarını geride bıraktı, bitkin gölgesi onu takip etti…

Bir yarısı gitmiş öbür yarısını da bulamamıştı…

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir Boşanma Davası...



Mahkeme salonu gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dâva olmadığı için salonda...  fazla izleyici yoktu. Gencecik hakim salona girdi. Önündeki dosyaya bir göz attı: "Yine boşanma dâvası ha!" Başını kaldırdı. Bakışla­rını dâ......vâlıyla davacıya çevirdi. İkisi de 70'ini aşkın görünüyordu. Şaşkınlık içinde sordu: "Boşanmak mı istiyorsunuz?" Yaşlı kadının gözleri doluydu.

Kırpışma kırpıştım torunu yaşındaki hakime baktı ve inim inim bir sesle hikâyesini anlatmaya başladı:

"Bu gördüğün adamla 50 yıl kadar önce evlendik yavrum! Evlendiğimizin birinci yıldönümünde kocam olacak bu adam bana sedef çiçeklerinden oluşan bir buket verdi. Onları öyle çok sevdim ki, yapraklarından yeni sedef çiçekleri ürettim. Zamanla çoğaldılar. Çocuğum da olmadığı için bütün sevgimi onlara yöneltmiştim. isimler bile takmıştım."

Gözlerini sildi: "Her gün sedef çiçeklerimi suluyor, toprağını havalandırıyor, sevip okşuyor ve onlarla konuşuyordum. Bir gün baktım, yaprakları sararmaya başladı. Kocam bahçıvandır. Çiçeklerimin neden sararıp solduklarını sordum. Bana dedi ki: 'Sedef çiçekleri gündüz değil, gece yarısından sonra sulanırmış. Bunu duyduğumdan beri hasta­lıkta sağlıkta, soğukta sıcakta, tam 50 yıl boyunca her gece sabaha karşı saat 2 de yatağımdan kalkıp evlâtlarını emziren anne hassasiyeti içinde sedef çiçeklerimi suladım. Bu benim kocam olacak adam, 'Bir gece de ben kalkayım, karıma yardımcı olayım!' demedi. Hiçbir faydasını görmedim."

"Peki!" diye araya girdi genç hakim, "Boşanmak için bunca sene neden bekledin nine?" Yaşlı kadın yemenisinin ucuyla gözlerini silerken konuştu: "Ailenin kutsal olduğunu öğrettiler bize evlâdım, zırt pırt boşanma olmaz. Boşanmak için bıçağın kemiğe dayanması lâzım!"

"Anladım !" derken gülümsedi hakim, "Peki, bıçak ne zaman kemiğe dayan- di?" "Birkaç gün önce!" diye soruya cevap verdi yaşlı kadın, "Yorgunluktan, belki de yaşlılıktan o gece uykuda kalmışım. Çiçeklerime su vereme­dim. Yavrucaklar susuzluktan sararıp soldular. Kocam olacak adam, hiç olmazsa beni uyandırarak yardım etseydi! Ama hayır! O kadar duyarsız ve umursamaz biridir ki, uyanmışsa bile sırf bana yardımcı olmamak için beni uyandırmamıştır. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli kala­mam, lütfen bizi boşayın!"

Kadın sustu. Gözlerini tekrar sildi.

Gencecik hakim yaşlı adama döndü: "Nineyi duydun, söyleyecek bir şeyin var mı?" "Var!" dedi yaşlı adam, karısı tarafından ağır şekilde suçlandığı için Önüne doğru bakarak anlatmaya başladı:

"Askerliği reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada tanıdım Ayşe'mi. Ona sedef çiçeklerin- den buketler verdim. Delice sevdik birbirimizi. Sonra evlendik. Evliliğimi­zin ilk yıllarında boyun ağrısı çektiği için doktora götürmüştüm. Doktor, boyun kireçlenmesi teşhisi koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boynunda­ki kireçlenmenin artacağını, bu sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerek­tiğini söyledi. Fakat eşim inatçıdır, doktoru dinlemedi. Aramızda bu tar­tışma sürerken sedef çiçekleri yaprak dökmeye başlamaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi: Onları gece yarısından sonra sularsa yeşereceğini söyledim. Böylece uzun süre yatakta hareketsiz kalmamasını sağlamak istiyordum. Ancak uykusu ağırdır Ayşe'min. Bu yüzden yıllardır saat 2'lere kadar uyumadım. Çeşitli yollardan onu uyandırdım. Sevdiğim ka­dını evlâdı gibi sevdiği çiçeklerini sularken her gece gizlice seyrettim. Ama geçen gece yaşlılık işte, uyanamamışım. Uyanamayınca da Ayşe'mi de uyandıramadım. Çiçekler susuz kaldı. Bu yüzden de suçlanıyorum. Ve dünyada her şeyden çok sevdiğim kadın, bu yüzden beni boşamak istiyor."

Yaşlı kadın kocasına baktı. Hıçkırdı, sarsıldı. "Nasıl da yanılmışım?" diye bağırdı. Sendeleye sendeleye kocasının yanına gitti, kocasına sarıldı.

"Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi değildir" diye mırıldandı gencecik hakim,

"Herkes hayatı kendi duruşuna göre yorumlar."

Dosyayı mübaşire uzattı: "Dâva düşmüştür."

Gözlerinden iki damla yaş damlıyordu.

/ alıntıdır!