30 Haziran 2010 Çarşamba

hadi bir oyun oynayalım

Hadi bir oyun oynayalım !
Kimsenin bilmesine gerek yok biz bilelim yeter adını.
Sessizliğimizi bozalım.
Önce sen başla,
Anlat bakalım nerelerde kayboldun, kimler ne ile kandırdı,
Boynunu büken ürkekliğinin kaynağı ne ?
Anlatabilecek misin yoksa yine saklayacak mısın gizlerini…
Ben söyleyeyim ; sessizliğimiz getirdi bizi buralara,yanılgılarımız taşıdı ruhlarımızı
Kemanın en ince sesi oldun soluğumda,her nefes alışımda kaybediyordum yineleyemiyordum sesimi…Yeni notalarda soruyordum seni..
Yanılgılarımızı uzaklaştırdı bizi birbirimizden seni aramadan başka numaralar ceviren bendim,
Ve mesajları benim diyarlarıma uğramayan sen…
Yanlış mı tanımlıyorum aramızdaki kavurucu sıcaklığı
Yoksa hissizlik mi kutuplarımıza itti bizi
Hadi söyle sende
Yalnızsın,inanamadığın yalanlarının arasında
en az benimki kadar uzaklaşıyorsun olurlarından
Kalbinin en derininde ,benden parçaları kırıyorsun ısınabilmek için kuytularında
Oysa sadece elini uzatman yetecek
Sımsıkı tutacağım ellerini, boş hücreler bırakmayacağız artık hayatımızda
Dur şimdi ! Biraz dinlenmelisin burada
İyice bak,kapa kulaklarını ‘olmazlara’
Hisset ruhunun anlamlarının bende olduğunu
Hadi bir oyun oynayalım şimdi !
Kimsenin inanmadığına inanarak
Söyleseler de dinlemeyelim.
Unutulanların tozlarını alalım.
Yeniden yazalım kiralanmış ikinci el satır aralıklarımızı…
Hadi uzat elini katıl,zor olacak ama sadece bir kere !


- Obsesif Kompulsif -

'B'

Yüzünü dökme ‘B’....hayatın atar damarları vardı..içinden kana bulanmış gizli bir geçit..Yalnız senin yoktu kesilmemiş olsun beynine giden ana noktanda..

Asılı suratların biçimsiz tavırlarının akıp gittiği ince bir yoldu çizdiğin..
Hızlı bir geçiş süreci..içimin patlayan atom bombasında..kesip akıtmakla geçmeyecek bir mikrop..acısını ömrümün ellerinden silemediğim..kimselerin bilmediği bir siyanürdün ve ben..kendimi zehirlemiş(T)im..(saydam olmak istemişim..şimdi renksiz miyim yani..).

Kafama dayanmış bir silah gibi..rus ruleti oynayacak kadar cesur..ölmek istercesine gidiciydim..aslında ben gelmemiştim ki!!azımı vermeden çoğumu sananlardan oldun..azımla yetinip çoğumu buldun..bulduğunu sandığın çoğumdan bir yokluk kapısı araladın..bilsen şimdi...çoğumla azaldın!.. Varlığımdan yarattığın faydanın özünü çıkardın...çekirdeğimi aldın!!

Şimdi düşün bunları ’B’ ben senin yüzünden öldüm..
Her defasında daha da gömdün derine…şimdi bunların ardından sakın dökme yüzünü…yüzümden çek çıkar al yüzünü…
Sakın dökme yüzünü
!!!

- QueeN -

anlamalısın çocuk...

anlamalısın çocuk …

iki hücreden meydana geldiğini, annenin karnına sığabildiğini, doğduğunda hiçbir şeye müdahale edemeyecek, bir avuç büyüklükte olduğunu… anlamalısın…

öldüğünde ise hakimiyetin altındaki yerin iki metrekarelik bir çukur olduğunu…

dünyaya hakim olmayacağını anlamalısın…

ne sanıyorsun çocuk…

bu dünyanın yalnızca sana ait olduğunu, sana kalacağını mı? Konuştuğun dilin, var olduğun coğrafyanın, üstüne yapışan kültürün sahibi olduğunu mu?

nerden geliyor bu hakimiyet dürtüsü çocuk? Her şeyin sahibi olmak zorunda mısın? Kral, kraliçe ya da tanrı olmak bu kadar önemli mi?

annenin kucağında ilk ağladığında senin için önemli olan bir damla sütken şimdi neden yetenden fazlasını istiyorsun?

yetinmeyi bilmelisin çocuk…

ve…

hırsın beni korkutuyor çocuk…

duygularını yaşarken bile hırsına yeniliyorsun…

yetinmenin tanımını bile “boynunu bükmek olarak yapıyorsun” ve beni korkutuyorsun çocuk…

işte bu hırsın, savaşmanın ve kaybetmenin nedeni ve bedeli çocuk…

işte bu hırsın kocaman dünyada milyarlarca insan arasında yalnız kalmanın nedeni…

keşke ilkel kalabilseydin…

şu yazıyı okuduğun makineyi bilmeseydin, keşke bu yazıyı yazmak ve okumak zorunda kalmasaydın…

şimdi geri dönüş ne tarafta? Bilmiyorum çocuk… bilmiyorsun çocuk… saplanıp kaldık mı dersin bu çamura?

evet çocuk… saplandık, saklandık, yok olduk…

henüz var olamadan yok olduk…



anlamalısın çocuk …

iki hücreden meydana geldiğini, annenin karnına sığabildiğini, doğduğunda hiçbir şeye müdahale edemeyecek, bir avuç büyüklükte olduğunu… anlamalısın…

öldüğünde ise hakimiyetin altındaki yerin iki metrekarelik bir çukur olduğunu…

dünyaya hakim olmayacağını anlamalısın…

ne sanıyorsun çocuk…

bu dünyanın yalnızca sana ait olduğunu, sana kalacağını mı? Konuştuğun dilin, var olduğun coğrafyanın, üstüne yapışan kültürün sahibi olduğunu mu?

nerden geliyor bu hakimiyet dürtüsü çocuk? Her şeyin sahibi olmak zorunda mısın? Kral, kraliçe ya da tanrı olmak bu kadar önemli mi?

annenin kucağında ilk ağladığında senin için önemli olan bir damla sütken şimdi neden yetenden fazlasını istiyorsun?

yetinmeyi bilmelisin çocuk…

ve…

hırsın beni korkutuyor çocuk…

duygularını yaşarken bile hırsına yeniliyorsun…

yetinmenin tanımını bile “boynunu bükmek olarak yapıyorsun” ve beni korkutuyorsun çocuk…

işte bu hırsın, savaşmanın ve kaybetmenin nedeni ve bedeli çocuk…

işte bu hırsın kocaman dünyada milyarlarca insan arasında yalnız kalmanın nedeni…

keşke ilkel kalabilseydin…

şu yazıyı okuduğun makineyi bilmeseydin, keşke bu yazıyı yazmak ve okumak zorunda kalmasaydın…

şimdi geri dönüş ne tarafta? Bilmiyorum çocuk… bilmiyorsun çocuk… saplanıp kaldık mı dersin bu çamura?

evet çocuk… saplandık, saklandık, yok olduk…

henüz var olamadan yok olduk…

anlamalısın çocuk …

iki hücreden meydana geldiğini, annenin karnına sığabildiğini, doğduğunda hiçbir şeye müdahale edemeyecek, bir avuç büyüklükte olduğunu… anlamalısın…

öldüğünde ise hakimiyetin altındaki yerin iki metrekarelik bir çukur olduğunu…

dünyaya hakim olmayacağını anlamalısın…

ne sanıyorsun çocuk…

bu dünyanın yalnızca sana ait olduğunu, sana kalacağını mı? Konuştuğun dilin, var olduğun coğrafyanın, üstüne yapışan kültürün sahibi olduğunu mu?

nerden geliyor bu hakimiyet dürtüsü çocuk? Her şeyin sahibi olmak zorunda mısın? Kral, kraliçe ya da tanrı olmak bu kadar önemli mi?

annenin kucağında ilk ağladığında senin için önemli olan bir damla sütken şimdi neden yetenden fazlasını istiyorsun?

yetinmeyi bilmelisin çocuk…

ve…

hırsın beni korkutuyor çocuk…

duygularını yaşarken bile hırsına yeniliyorsun…

yetinmenin tanımını bile “boynunu bükmek olarak yapıyorsun” ve beni korkutuyorsun çocuk…

işte bu hırsın, savaşmanın ve kaybetmenin nedeni ve bedeli çocuk…

işte bu hırsın kocaman dünyada milyarlarca insan arasında yalnız kalmanın nedeni…

keşke ilkel kalabilseydin…

şu yazıyı okuduğun makineyi bilmeseydin, keşke bu yazıyı yazmak ve okumak zorunda kalmasaydın…

şimdi geri dönüş ne tarafta? Bilmiyorum çocuk… bilmiyorsun çocuk… saplanıp kaldık mı dersin bu çamura?

evet çocuk… saplandık, saklandık, yok olduk…

henüz var olamadan yok olduk…



anlamalısın çocuk …

iki hücreden meydana geldiğini, annenin karnına sığabildiğini, doğduğunda hiçbir şeye müdahale edemeyecek, bir avuç büyüklükte olduğunu… anlamalısın…

öldüğünde ise hakimiyetin altındaki yerin iki metrekarelik bir çukur olduğunu…

dünyaya hakim olmayacağını anlamalısın…

ne sanıyorsun çocuk…

bu dünyanın yalnızca sana ait olduğunu, sana kalacağını mı? Konuştuğun dilin, var olduğun coğrafyanın, üstüne yapışan kültürün sahibi olduğunu mu?

nerden geliyor bu hakimiyet dürtüsü çocuk? Her şeyin sahibi olmak zorunda mısın? Kral, kraliçe ya da tanrı olmak bu kadar önemli mi?

annenin kucağında ilk ağladığında senin için önemli olan bir damla sütken şimdi neden yetenden fazlasını istiyorsun?

yetinmeyi bilmelisin çocuk…

ve…

hırsın beni korkutuyor çocuk…

duygularını yaşarken bile hırsına yeniliyorsun…

yetinmenin tanımını bile “boynunu bükmek olarak yapıyorsun” ve beni korkutuyorsun çocuk…

işte bu hırsın, savaşmanın ve kaybetmenin nedeni ve bedeli çocuk…

işte bu hırsın kocaman dünyada milyarlarca insan arasında yalnız kalmanın nedeni…

keşke ilkel kalabilseydin…

şu yazıyı okuduğun makineyi bilmeseydin, keşke bu yazıyı yazmak ve okumak zorunda kalmasaydın…

şimdi geri dönüş ne tarafta? Bilmiyorum çocuk… bilmiyorsun çocuk… saplanıp kaldık mı dersin bu çamura?

evet çocuk… saplandık, saklandık, yok olduk…

henüz var olamadan yok olduk…




tek bir adım...

Martıların bağırtıları bitmek bilmez mi hiç..
Yastığa sarılmışım yine sevgilimmiş gibi… üstümdeki yorgan yalnızlığımı ört pas edememiş yine anlaşılan.
Sigaram şuralarda bir yerlerde olucaktı. Önce kahve tabi ki… ayılmam lazım saat kaç olmuş…temiz hava girmeli eve… ciğerlerim baya bulanmış…
Halbuki bugün farklı şeyler yapacaktım kendimle ilgili. Bir sabah koşusu hayal etmiştim gece yatarken. Sonrasında eve gelip bir duş alcaktım… hayal ettiklerim ya son söndürüğüm sigarayla söndü ya da pencereme gelen güvercinlerle sohbet edebilmek için açık bıraktığım pencereden uçtu gitti sanırım.
Dün düşümdüm de yatmadan ne kadar da boş her şey. İlkokulda yazdığım günlüklere dönmek üzere hayatım: “bugün de dünün aynısı oldu…”
Bir amaç bulmalıyım öncelikle bir amaç dedim… buldum buldum ama beğenemedim bir türlü. Hepsi sanki beni rüküş gösteren kıyafetler gibiydi. Sonra acaba kendimi yeterli gördüğüm noktalara mı yoğunlaşsam dedim. Onda da karar kılamadım. Biri mi olmalı dedim, elinde sihirli değneğiyle gelip beni kurtaracak, birden herşeyi değiştirecek bir kişi… o kişi zaten yoktu.
Bir his var içimde… kendimi geri dönüşüm fabrikası gibi hissediyorum nedense bu sabah. Sabahın ilk sigarasının verdiği bir şey de olmasa gerek bu. Tam karın boşluğumda şu an. Aşk gibi sanki biraz. Anlamsız bir aşk. Yine saçmalamaya başladım. Ne aşkı canım.
Evet buldum. Bugün çekip gidesim var benim. Çok uzaklara. Bilmediğim bir yere. Filmlerdeki ıssız sahil kasabaları gibi. Haydarpaşadan Sapanca’ ya giden bir tren belki. Yanımdaki kitapla ve müzik çalarımla beraber. Hemen hazırlanmalıyım. Hayatım nefes almalı biraz. Yenilemeli kendini. Bir iki gece kalmak için bir pansiyon bulurum hem kendime belki. Neden daha önce düşünemedim ki sanki. Bu hem bir ilk olacak hem de tam istediğim şeyi yapmış olacağım. Sadece sevdiğim şeyler ve ben. Ayaklarımı suya dokundurarak sigara içip kitap okumak. Burdan başlamalıyım hayallerime belki de.
Hep ertelenmiş bi hayatı yaşamak için geç olmamalı… eşyaya gerek yok. Herşeyimi burda bırakmak isitiyorum zaten. Beynimi çıkarıp bir kavonoza koymak, duygularımı bahçedeki ağacın dallarına asmak istiyorum…
Yola çıkma vakti çoktan geldi de geçiyor bile!
Sadece tek bir adım kapıdan dışarıya, kararlı tek bir adım…
Özgürüm!

29 Haziran 2010 Salı

küçük kız

Ellerimi kaybetmediğim sürece sana sahibim…başkalarının ne dediği çok mu önemli küçük kız… sen elinden geleni ardına koyma… gerçekten elinden gelen bu mu… ağla yapamadıklarına… kimsenin sana bir şey yapamayışına ve yapabilecekken.. işte o anda olamayışına… senin suçun değil küçük kız… dert etme yok edemezsin imkansızlık süzgecini…  ince bir delik bulmak zordur…geçmesi nasıl zordur ve sen çok zorladın…bırakmalısın..istemiyor birisi gitmeni demek ki…yeterince hissetmedin mi aynı duyguyu… hüznün karabulutları hala gözlerinde…bazı şeylerin olabilirliğini bilirken neden hala söyleyemezsin gerçeği…ki bellidir eskinin aynı tekrarı şaşmayan sürecine…kimseye bir şey söyleme…kalbinin kırık parçalarını toplamaya çalış inatla… yeterince hissettin…çok uzun zaman olmuş gibi davran…yok olmaya yüz tutsun seni istemeyen ellerin emeli… kimsen yokken ellerin vardı unutma… tatlı hayallerini bir su kabına doldur yeniden sula içindekini… ve gör hiçbir şey söyleme kimseye…bu seninle aramızda sır olmalı… inanabiliyor musun buna… kendine sakla bir daha… mucize orda… inan…çok fazla şeye hacet yok…kelimelerini anlamayan bir seri katili… ve sessiz giden bir adamın idam halini..son söz olarak bu da yeterdi..sadece söyledim…

- QueeN -

28 Haziran 2010 Pazartesi

herkese biraz uğraş


Yazamıyorum evet bu aralar bir gerçek :) Ama arada bir karalıyorum kendi kendime beğenmiyor ve bir köşede ıssız bırakıyorum onları ,olsun bir ara gider gönüllerini alırım ;)

Yazamadığımdan sık sık okuyor ve izliyorum.Kendi kendime konuşuyor tartışıyorum arada sırada ama olsun barışık yaşıyoruz ben ve içimdeki..Çok sık olmasa da her zamankinden daha çok film izliyorum.

Geçenlerde okuduğum bir yazıda tam olarak hatırlamıyorum ama yazar okunulan kitapların ve izlenilen filmlerin listelenmesini savunmuş ve bunun insanın bitmeyen gelişiminde nelerin katkı sağladığını açığa vuracağını belirtmiş;ayrıca günümüz hastalığı alzheimer’a karşı bir önlem olduğunu da söylemiş.İlk kez böyle bir yazı okumamıştım gerçi daha önceleri yani bir kaç yıl önce bir e-mail almıştım onda da aynı şeyi savunan bir yazı vardı.Madem yapacak bir şeyim yoktu bende izlediğim filmlerden başlayarak kendime iş çıkarmaya başladım. Ve inanılması güç bir haftadır yazıyorum ve hala bitmedi.Hayır çokluğu bir yana her filmi yapım senesi ile birlikte yazmayı ve yönetmenlerini de hatırlamaya çalışıyorum ve her iki filmde bir durup Google'dan yardım diliyorum.

Ama şunu söylemeliyim yorucu da olsa çok keyifli bir işmiş…

Her filmden nasıl etkilendiğimi ‘hadi be sende böyle mi biter’ dediğimi ya da ‘bak yine 2 saati boşa harcamışım’ dediğimi hatırlıyorum.Büyük bir keyif veriyor…

Bunları yaparken bi rde facebook'ta ‘Unutulmaz Film Replikleri’ diye bir grup gördüm ve hemen üye oldum.Unuttuğum,hafızamdan silinmeyen birçok sözcükle yeniden bir arada oldum ki keşfedilmesi gereken bir duygu imiş.Hala yazıyorum gerçi daha çok hatırlamaya çalışıyorum ama şunu söylemeliyim ki iyi kötü her film ya da her kitap insana bir şeyler katıyor.Okurken,izlerken fark edemiyoruz belki ama dönüp baktığımızda kendi gelişimimize etkilerini alalen görüyoruz.

Keşke geleceğimizi; anlam verilmeyen amaçsız diziler,belirsiz sadece izlenilmek için izlenilen yarışma programları ile değil de, yerinde,yaşına uygun kitaplarla,filmlerle aydınlatabilsek. Bunu gerçekten isterdim. Çok proje var bununla ilgili ortaokul çocuklarını sınav streslerinden kurtararak ellerine kitapları verdiğimizde aydınlık düşünceler çıkıyor..Yeni oluşumlar…Keşke daha yaygın olsada nasıl yeşerdiğini görsek ufukların…

Evet bir yerden başlayınca sonu gelir mutlaka ,ben yine filmlerime döneyim ve tavsiyemdir boş bir anınızda birazcık yorulmalıyım derseniz işte en geliştirici uğraş…

..kolay gelsin herkese :)

- Obsesif Kompulsif -

ekmek

















3 5 elbise içine sıkıştırdılar beni
Taze ekmek kokmak istedim
Sabaha uyanan elleri yeni kokmuş un gibi
Sürülmüş bir acıyım şimdi
Senin olmadığın yerler hayal ettim sonra
Acıkmış insanların olduğu
Ve ben kabullenemedim
Olmadı sana hep aynı kelimeyi sarf etmekten
Söylemek istediklerim hep başkalarında kaldı
Şimdi sana söylüyorum
Derimi saran o elbiselerden kurtulmak istiyorum
Çıplak anadan üryan geliyorum
Utanma kalmadı bak
Ar yok derse biri buna
Doğru
Sende olan bende biten bir birleşmeyle son bulan o izde
Her çizgisel imgede
Seni bana yazan aksi hallerimde
Elimin değdiği her örtüyü bozarım
Ve kızdım ve bildim ki en alındığım noktamdı senin beni doruklara çıkardığın
Daha fazlasını diliyorum
Ve ardına sessiz kalmış bir korku ekliyorum
Bağımlıyım
Damarlarına soktuğun o iğne gibi olmayı dilediğim anlara dönüyorum
Sana bunları hatırlatmaya ramak kala
Duruyorum
Bir caddenin köşesinde
Ellerime gelen ilk damladan sona
Ve beni başa götüren sana
Tekrar edemem beni bir daha
Korkuyorum kendimden
Seni bırakırda gider diye daha fazlasını aldığında
Sen olamazsam diye
Ben yokum burada
Bir çocuk ağlaması duyuyorum
Çocuklar ağlaya ağlaya büyürmüş
Oysa gülen çocuklar da büyür dimi
Adsız kalmış her parmak ucuma
Onların eksik kalmış gülüşlerini ilave ettim
Çırptım onları kimsenin bilmedikleriyle
Ve mayaya gelsin diye sabırla bekledim
Şimdi ekmek olabilirim..

- QueeN -

25 Haziran 2010 Cuma

evet...

Soru şu: ilaç alırken neden alkol alamıyoruz?
Ya baş ağrım hafiften kendini hissettirdi yine. Bu demek oluyor ki bastıracak ve 2 gün ne yedim içtim nasıl uyudum bilemeyeceğim..
Böyle zamanlarda "neden bu ilaç tedavisine başlamadım ki sanki!" diye kızıyorum kendime. Ama o ilaçlarla alkol alamıyorum. Halbuki bu ilaçlar antidepresan! Etkileri zaten hissizleştirme ve uyutma üzerine.
Yahu alkol de bunu yapıyor!
Neden birlikte kullanamıyorum!

Alkolik olduğumu sanmayın hemen.. Değilim.
Aksine şu ahir ömrümün ilk 22 yılı alkolden hiç haz etmedim. Ne olduysa bu 23. yaşımda oldu.
Son aşk maceramda da diyebiliriz...
Bu adamın her akşam içtiği bir dönemde tanıştık. Önce içmiyordum, kavga ediyordum. Sonra arada sırada eşlik etmeye başladım. Ama sonrasında organizasyonları ben yapar oldum. Bir de her moralim bozuk olduğunda içmeye başladım..
Şimdi durum sarpa sardı..
O artık alkol kullanmıyor ama ben..
Sarhoş olmuyorum. Çakır keyif halimle bırakıyorum. Ve fakat bunu haftada 2 gün yapıyorum. Demek haftada iki gün moralim bozuk.. hmm düşündürücü..
Neyse işte!
İçip içip kapısına dayanasım var. Ama o biraz zor. 10 saat var aramızda. Üstelik sarhoşken yolumu bulabileceğim bir yerde de yaşamıyor.. İçince millete aşk saçmalıklarımı anlattığımı sanıyorsan yanılıyorsun.. (ve bu arada güvenmediğim, yeni tanıştığım insanların yanında kesinlikle hiç içmem! ya çok yakın arkadaşım ya da akrabam olmalı yanımda)Gözlerimden yaş gelene kadar gülüyorum..
Ve yaşlar gelmeye başlıyor.. Onlar gülüyorum sanıyor ama ben "kalkalım" diyorum birden..
Eve bıraktırıyorum kendimi..

O yaşlar devam ediyor.. Sessizce..
Ağlamak için alkol kullanıyorum ben. Alkol kullanmadığımda da ağlıyorum ben.
Hatta dün Bihter'e bile ağladım..
İbrahim Tatlıses gibi oldum!! (Doktor korkuyorum!)

O olmadığı için, onu özlediğim için içiyorum genellikle..
Ve ortalamaya vurursak eğer, 10 içişten 7'sinde bi şekilde bana ulaşıyor..
Hep havai fişekleri görüyorum içki içince. Ve ben ne zaman havai fişek görsem, onu hatırlıyorum.
..
Akşamla beraber hüzün çöküyor içime.
Birazdan çıkacağım, kuzenle fotoğraf makinesi almaya gidecekmişim. Dönüşte iyi içmeyi planlıyorum. Çakır keyif halinin de ötesini görürüm bu akşam - öyle umuyorum:)
Bir de pazar günü alkol party. Sonra.. ilaçlara başlayacağım
İşte şarkım.
..

Evet, onsuz hayat zor geliyor.

hiç bitmeyen fıkra..

Patron Sekretere:
...Bir haftalığına iş için ......yurtdışına çıkacağız. Ona göre hazırlan.

Sekreter kocasını arar :
Patronla bir haftalığına yurtdışına çıkacağız. Sen başının çaresine bakarsın.

Kocası sevgilisini arar :
Karım bir haftalığına yok. Bu haftayı beraber geçirelim.

Sevgili Özel ders verdiği minik çocuğu arar :
Bu hafta sana ders veremicem. Gelmene gerek yok.

Minik çocuk Dedesini arar :
Dedecim. Bu hafta dersim yok. Öğretmenim yok.Bu haftayı beraber geçirelim.

Dede (1.bölümdeki patron olur) sekreterini arar:
Bu haftayı torunumla geçireceğim. Gezimiz iptal oldu. Gidemicez.

Sekreter kocasını arar :
Gezimiz iptal oldu. Gidemicez.

Koca sevgilisini arar :
Bu hafta beraber olamıcaz. Karımın gezisi iptal oldu.

Sevgilisi ders verdiği minik çocuğu arar:
Bu hafta sana ders verebileceğim. İşlerim iptal oldu.

Minik çocuk Dedesini arar :
Dedecim. Öğretmenimin işleri iptal oldu. Bu hafta beraber olamıcaz. Çok üzgünüm.

Dede sekreterini arar :
Merak etme. Bu hafta yurt dışına çıkabileceğiz. Hazırlıklarını yap...

/alıntı.

22 Haziran 2010 Salı

yazamamak


‘Yazmak’ ne güzel bir eylemdir rahatlatan insanı
Sert duyguların,en mutlu anların bir portesi gibi her anı bütünleştiren
Sürekli yazan insanlar için nefes olmuştur ;
Bir an dahi nefessiz kalamazlar yazamadan duramayacakları gibi…
Kimi insanlar için oldukça basit bir eylem sanılır, heceleri birleştirip kelimeler oluşturarak onları da cümlelere dökmek.’Ne var ki bunda kağıdın kalemin olsun herkes bir şeyler yazar’ derler. Ha öylemi madem bu kadar basittir bu duyguda niye kağıt kalem yada günümüz kalemi klavye başında bu kadar zorlanır insan . ‘Hadi oradan’ demek gelir içinden ama işte kolay kolay diyemezsin. ‘öylemi al sana kağıt al kalem hadi bana yaz şuan ki duygunu’ desen hayır adam duygusunu ifade etmeyi bırak mimiklerine dahi indirememiş bide gelmiş ‘yazmak mı ha kolay iş canım o’ der.Oysa hiç de öyle değildir.Hele ki bizim gibi bir toplum için nerdeyse imkansızdır ne kadar kabul görmese de bu geçer.İnsan olarak henüz kendi duygularımızla karşılacak kadar cesur bile değilken onları ifade edebilmek için kelimelerle süslemek sanırım deve hendek gibi bir olay...Geçersin klavyenin başına çok hoş bir duygu yaşıyorsundur onu dökmek paylaşmak istersin sen gibi hissedenlere ayna olmak ve beraber parlamak istersin ama aynı şeyleri yazamasın o an geçitler ruhunda dalgalanır anlatmak istediklerin o kadar derindir ki sözcükler sığ kalır. Basit şeyler anlattığını düşünür yeniden yeniden düzenler her heceyi irdelerde yinede yazdığını beğenmezsin. Bir an gelir ki en güzel kelimeler parlar gözlerinin önünde hani o çizgi filmlerindeki dolar işaretleri gibi birden:) Harıl harıl aktarmak istersin hepsini uçuşmadan,tabi ne kadarı kalır o değişik bir terazi işidir.eninde sonunda ortaya bir şeyler çıkar ve o aslında en büyük başarındır birileri begenmedim desede sen begendin ve aktardın ya gerisini düşünmesin. Artık yaşadığın sıkıntıdan ,mutluluktan ,korkudan,acıdan kurtulmuşsundur ve önemli olan da budur.Şimdi kıyaslamak lazım yazamamak ne kadar acı bir durumdur ki içinde kalır tüm duygular platonik aşk gibi konuşamaz hissettirir insana.Sanırım bu iyi bir dilek ve son olacaktır ‘ellerimiz klavyede başı boş kalmasın AMİN’:)

16 Haziran 2010 Çarşamba

kime ne!?

Selam!
Bu ilaç gerçekten kafa yapıyor...
Hangi ilaç? Migren ve gerilim tipi başağrısı için doktorumun verdiği 2 adet ilaç ki biri antidepresan.
(isim de vereyim o zaman: laroxyl ve dideral)
Sadece uyumak istiyorsun ve başka hiç bir şey için halin olmuyor.
Sevgilinden ayrıl istersen, hissetmiyorsun njjelnvlene
ciddiyim!!
kitap okuyup kahve içiyorum. bitince ev ile ilgilenmeyi düşünüyordum AMA halim yok nasıl olacak?

Düşünmeye bile üşeniyorum şimdi. Şarkımız da böyle sakin olsun bugün o zaman...

Dün doktor sırası bekliyorum.  Öncesinde değil ama kendisini beklerken yorulduğum doktor gülümsüyor, "ne için kullanıyorsun bu ilaçları Gabriel?" diyor. İlaçların yan etkileri o kadar çok ki, acaba ben hangi devasız hastalığın pençesindeyim! :))
"Migren" diyorum.
"Çok mu düşünüyorsun?" diyor. "Evet" denmez bu soruya. Bu soruya "hayır" diyecek adam tanımıyorum ki ben!
"Yani.." diyorum. "Sıkıntı stres durumun nedir?" diyor.
"Valla doktor, bir tarafım kalk gidelim diyor diğer tarafım bok yeme otur diyor" diyecek gibi oluyorum, ama doktor tanıdık, diyemiyorum:))
"Yaaanniiii...." diyorum. Bu nasıl bir yanıtlama sistemiyse bendeki - yaaaniii!!

"Müzikle aran nasıl?" diyor...
"yaaaniii" şaka şaka hnfkdhnvdobvneb
"iyi  bir dinleyiciyim" diyorum. "ama iyi resim yaparım."
"kötüye bir şey olmaz" sözü nereden gelir biliyor musun? çünkü kötü olan yeterince düşünmez. kendi kendisini hasta eden iyilerdir. " diye bana sosyal içerikli mesaj veriyor doktorum.
"çift kişilik düşününce böyle oluyorsunuz" şeklinde karşılıyorum pasını..
"yeni gelen her zaman bir öncekinden iyidir" diyor.
işte benim gibi düşünen biri!! :))
"evet bende artık öyle düşünüyorum ve düşünmeyene yol verdim."
"yol veremeyenlerden misin yoksa?"
"yok ben daha çok yol verdikten sonra vicdan azabı duyanlardanım!"
gülüyoruz...

"hiç uğraşma, boşuna yorma kendini. Yeni insanlar daha iyidir. Ve asla evlenme.."
Aha! sende mi doktor!
:))
"düşünmüyorum zaten" diyorum.
yahu birinizde övün kardeşim şu evliliği. özendirin ne bileyim! Aman işte durum böyleyken şöyle..
E ben hafif açıldım sanki gidip ev ile ilgileneyim mi ne dersin?
hı son olarak, çevremde beni hiç bir konuda yüreklendirecek insan olmadığını gördüm ve üzüldüm.
Kimseye dost dememeyi de öğrendim..
İleride belki olur öyle dostluklarım, şimdi değil ama . Ne ben hazırım öyle manevi bir bağlayıcılığa ne de çevremin öyle bir bağ olduğundan - yeryüzünde- haberi yok!
:)
Yazımıza başlık olarak dinliyor olduğumuz o "beni anlatan şarkı" ismini verelim ve hatta buraya da link atalım ki kulaklarımız şenlensin:))
görüşürüz şeker!

Gab.

12 Haziran 2010 Cumartesi

git sor kendisine...




















Atatürk yemek yerken İngiliz astsubayın kendisini
izlediğini farketmiş.

Önceleri... umursamayıp yemeğine devam etsede
uzun süre devam eden nefret dolu bakışlar

Atatürk' ü rahatsız etmiş.Yaverine bakışların
sebebini öğrenmesini buyurmuş.

Yaveri Ata'ya: "Çanakkale' de babasını
öldürmüşsünüz Atam!" demiş.

Atatürk' ün verdiği cevap ise şu olmuş:


"Git sor kendisine; babasının Çanakkale'de ne işi varmış."

/alıntıdır!

11 Haziran 2010 Cuma

devlet! beni koruma! düş yakamdan!

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım (yani aynı anda hem trenlerden hem internetten sorumlu olan/olabilen/olması beklenen/olabileceği sanılan bakan) “Türkiye bir hukuk devletidir. Türk vatandaşı nasıl yargıya hukuka saygılıysa, bunların da (Google’den söz ediyor) aynı şekilde yargıya saygılı olmaları lazım” dedi.

Türkiye bir hukuk devleti mi gerçekten? Bana Google IP’lerini de kapsayan erişim yasağının mahkeme kararını verebilir mi acaba?

Veremez çünkü yok. Bu keyfi bir karardır. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı KANUNSUZ, HUKUKSUZ bir şekilde erişimi engellemiştir.

Nitekim, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yaman Akdeniz ve Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak “kullanıcı sıfatı” ile iki gün önce Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı İnternet Daire Başkanlığı’na verdikleri dilekçeyle Google IP’lerine erişim engeline itiraz etti. Zira yasadışı bir engellemedir.
İşte bu nedenle, hem trenlerden hem internetten sorumlu olan/olabilen/olması beklenen/olabileceği sanılan Ulaştırma Bakanı Binali Bey, konu saptırmak için Google Şirketinin vergi ödemekten kaçtığını ortaya atmış, Google’ı itibarsızlaştırarak (hesapça) bizlerin “onların servislerinden yararlanmayıveririz, olur biter” dememizi bekliyor. Herhalde. Hazır ayağa kalkmışken alnımıza “salak” dövmesini de yaptıralım mı?

Demek ki hem trenlerden hem interneten sorumlu bakanlık olamıyormuş. Binali Bey’in web sitelerinin alt yapısı hakkında zerre bir bilgisi olmadığı aşikar. Analytics gibi servislerden istesek de vazgeçemeyeceğimizi kimse kulağına fısıldamamış belli ki.

“Türkiye’yi Google mı yönetecek” diye de sormuş. Evet, hem trenlerden hem internetten sorumlu olan/olabilen/olması beklenen/olabileceği sanılan sayın Bakanım! Google, bırak Türkiye’yi, tüm dünyayı yönetiyor şu an. Bütün hesaplar, bütün kodlar Google arama motorunu “ikna” etmek üzere yazılıyor. Bir sitenin, girilen arama kelimesine göre listenin en başında, en azından ilk sayfada çıkması için (çok affedersiniz) bir taraflarını yırtıyor insanlar.

İnsanlar deli gibi kodları şöyle mi yazsak, böyle tagler mi kullansak, başlık, URL, içerik öyle mi olsun, araya şunu koyarsak daha mı iyi olur, Google bunu mu sever, buna mı kızar diye kafa patlatıyor. Çünkü Google arama motorunun nasıl bir mantıkla çalıştığını, hangi siteyi niye birinci veya 25. yaptığını dair kimse kesin bir şey bilmiyor.

Elbette Google, site hazırlayanlara bir takım önerilerde bulunuyor. Şöyle yapın böyle yapın diyor. Ancak tüm kurallara uygun da yapılsa, siten, aramalarda bir numara olamayabiliyor. O zaman, konulmuş kuraların dışında başka internet numaraları yapılıyor. Amaç “bu kelime girildiğinde en doğru içerikli site benim sitem” diye ikna etmek. Koca bir endüstri bunun için çalışıyor. Web siten, bir bakıyorsun en başta, sonra bir bakıyorsun en altta. Demek ki biri Google arama motorunun kurallarını senden daha iyi çözmüş, daha doğru bir kodlama, mega tag, içerik başlık URL uyumu yapmış ve senin önüne geçmiş. Dahası bir kere çözünce de iş bitmiyor. Her gün yeni bir kural geliyor. Bu kurallar da öyle alenen ilan edilmiyor.

Ayrıca kandırmaya yönelik numaralar yapmışsan web siten küt diye 30. sayfaya düşebiliyor. Hatta kandırma numaralarını yok etmediğin sürece aramalarda hiç görünmeyebiliyor. Ödülü de var cezası da. Yani hem zeki, hem çevik hem ahlaklı olman gerekiyor. Açıkçası son yılların en heyecan verici bulmacası olarak görüyorum Google arama motoru mantığını çözmeyi.

(Mesela Binali Yıldırım diye yazdığın zaman Google arama kutusuna, ilk sırada bakan beyin kendi resmi sitesi binaliyildirim.com.tr’den önce birincikuvvet.com diye bir site çıkıyor. Niye? Daha başarılı tag vs koymuşlar belli ki. “Google yasağı” dediğin zaman ise Bugün Gazetesinin sitesi bugun.com çıkıyor. Niye? Daha iyi çalışmış. “Yasakçı zihniyet” yazdığın zaman ilk kimin haberi çıkıyor peki? Ben demeyeyim hadi. Gitsin kendi baksın “hem trenlerden hem internetten sorumlu olan/olabilen/olması beklenen/olabileceği sanılan” sayın Bakan.)


***


İşte “Google analytics” dediğimiz servis, bu bulmacayı çözmeye yönelik en önemli araç. Gün gün, saat saat takip ediyorsun, kim hangi kelimeyle girmiş, girmiş de beğenmiş mi, beğenmiş de bir şey satın almış mı veya almadıysa niye almamış.. Sitenin dünya sıralamasını da etkiliyor kullanıp kullanmaman. Özetle: Bir sitenin en önemli parçası!

Yani maliye vergi alamıyor diye bunun cezasını ben NİYE çekecekmişim? Devlet beni (aklınca) bir takım kumar, porno, bahis, hakaret gibi kaka şeylerden korumaya çalışıyor diye ben niye yıllardır kullandığım servisten vazgeçecekmişim?

Bu mudur memleket yönetmek?

Bu mudur idare?

Sizler bilip bilmeden, kanunsuz, yasadışı müdahale etmeden önce biz kendi kendimizi gayet iyi idare ediyorduk.
Emin olun bizleri korumaya çalıştığınız şeylerden daha az zarar görüyorduk bugüne kadar.
Korumayın bizi! İS-TE-MEZ!

- Mutlu Tonbekici -  ( Gazete Vatan Yazarı )

/kaynak!

8 Haziran 2010 Salı

...'yağmur ölüşü'...

Islak yerler var burada… kimse daha parçalamadı damlaları… dokunulmamış..bozulmamış…ilk benim olsun diyen zihniyet kuyruğa girmiş beklemekte…işte tam o sıra toprak karşı konulmaz bir devinimle sarmaladı her yeri…alabildiğine cıvıklaştı durum…liderliğini kurmaya çalışırken farkında olmadan kirletti ortalığı…herkese yakışmaz yağmurla sevişmek…temiz, beyaz bırakmaz onu…renklerin en asili neden ‘O’nun…düşün!!..kim saydam olmak istemez ki!!…herkes denilen isimler topluluğu aynı coğrafyanın depreminde..şimdi susuz kalsak toprağın bile umurunda olmaz… bir yerlere gitsek…cevapsız kalsak… olanlara kim diyebilir ki ben saydam olmak isterim diye…olduğunda varlığında vücut bulmak isteriz.. .ya olmayınca…olsun diye neden orada olamayız…şimdi yağ yağmur…senin huzurunla bebekler uyurken..ellerimi sana açıyorum…kendimi sana bırakıyorum..bir anlığına bencillik deryasında senden geçiyorum…ve unutmuyorum aslında bu gidip gelmelerini, bize kendini hatırlaşın, sonunun yaklaştığını söyleyen uzun bir ağıtın adını…

…’Yavaş yavaş’ÖLÜYORUM…

- QueeN -

6 Haziran 2010 Pazar

küçük kız

İçime bu nefreti sen mi diktin küçük kız..suların taştığı yerdin..mekansız zamanlar teslim etmiştim köpürdüğün yerlere..ve bu yüzden önemli hissetmiştim yaşanmışlıkların içinde bir rolüm var diye..hasat zamanım gelmiş bilmeden..daha düne yakıştırmalar yaparken fark etmemişim bugünün telaşe tavırlarını..beni bir an önce yarına götürüş gerekçesini..elimde kalan geçici sevmelerin parmak izleri..kendimeymiş bu istisnalığım ve gökkuşağım, yağmurun ucuna değen küçük bir güneş dokunuşuymuş..bilirdim ki o hep yağmurdan sonra belirirdi..ama nasıl bir yanılgı bu küçük kız..gördüm yağmursuz gökkuşağının oluşunu, bir ışık kırılışı kadar basitmiş oysaki,süzülüp giden gözyaşı sanılmış bir parodi..damlanın gereksiz akıp gidişi...ve susup dinlemeyi bırakmış beni..sen küçük kız ağlama yeter..kaybetmemek adına küçük incilerini..el gibi dudağının kenarına sıkıştırma ayrılıkları..al eline bezden yapılmış,içine koca bir kadının sıkıştırıldığı oyuncak hikayelerini..hüzünlerin okşandığı geceye uyu..ninnilerin beyhude dokunuşu birazda olsa serinletsin yaralanmış dizlerini..ama sakın şunu unutma..katı durma hayata..her halini sev ki lanet etsin senden geri kalanların sonu..

Karanlık odamın aydınlığında,2009


- QueeN -

5 Haziran 2010 Cumartesi

gitti ama..

Başka yerlere yazmaktan kendi blogumu boşlamaya başladım.
Sanırım çalışmaya başlayınca evini boşlayan kadın tribi bu..

Üzgünüm aslında ben. Gerçeğe en yakın ilişkim bitti. 
Ne demek gerçeğe en yakın? Daha önce şakalaşıyor muyduk yani?
Daha önce daha hayalperesttik diyelim.. Birde yaş nedeniyle daha aşkım kuşum böceğim ilerliyor aşklar.. Ailenin verdiği haftalıkla cafelerde tozmak ve öpüşüp eller sırılsıklam olana kadar bırakmamak eskilerdeydi..
Şimdilerde kendi biriktirdiğin parayla onun olduğu şehir'e gitmeye, bir kaç gün de olsa görmeye çalışmakla geçti zaman..
Ve hatta, "evlenir miyiz?" soruları gündeme geldi..
Bunun için planlar yapıldı..

Ve içimdeki canavar uyandı. Her şeyi zora soktum. Bilerek, görerek ama engel olamayarak..
Kendime hakim olamadım. 
Gitti.
Şimdi derinlerden biliyorum; geri gelecek..

Ama birbirimize söylediklerimizi ne yapacağız? Duymamış gibi mi davranalım??
Kalplerimiz de kırılmamış gibi davranır olmazsa..?! 

Birazdan salsa'ya gideceğim. Gidip, her şeyi akışına bırakmaktan başka çarem yok, isteğim de!
Ama kalbim kırık atıyor ya, en çok ona üzülüyorum.

Oysa iki iyi insanın mutlu olmasından daha çok ne ister bu evren?
Bilemiyorum. Büyük plan ne ve şimdi hangi sahneyi oynuyoruz bilemiyorum. Bildiğim tek şey; "o"na susadığım ve "o"nun benden hayli uzakta olduğu.. Bana doğru akmaya başlasa bile bana gelene kadar biteceği.. 
Ya bu sahne derhal bitmeli ve sahne düzeni değişmeli, ya da sahne sonunda oyunculardan biri seyircilere selam çakıp inecek sahneden..!

Gab.

2 Haziran 2010 Çarşamba

özüne dön

Selam millet..
Nasılız bakalım?
Kızgın sanırım, biraz..
İsrail'i meşhur ettik.. Bence Dünya'da sayıca en az olup, en meşhur olan grup bu millet..
Önce bir noktayı anlayalım: İsrail dediğimizde, halkını da içine alıyoruz ve herkese katil damgası vuruyoruz. bu yanlış.
Ve ayrıca"küfürün milleti olmadığı" gibi, "savaş yanlılarının da milleti yoktur"...
Gelecek sizin elinizdeyken siz başkalarına kızarak zaman harcıyorsunuz.. Siz, seçiminizi kızmaktan yana kullanıyorsunuz.
Düşünüp doğru seçimler yapmaktan uzaksınız..
..
Çok uzun yıllar "ben çocuk yapmayacağım" dedim. "Neden?" diye soranlara; "bu dünyaya çocuk getirmek bencillik" dedim..
Sonra bir gün, çok sevdiğim ve zekasına hayran olduğum bir kadın, hamile olduğunu söyledi...
"Bencillik bu" dedim.." Bu Dünya'ya onu doğurumak, ona yapılan haksızlıktan başka bir şey değil!"
"Oysa ben," dedi, "benim gibilerin çocuklarının bu dünyayı değiştirip, dönüştürebileceğine inanıyorum.."
..
İçinizdeki gücü hissedin, güvenin ne olur!
Bugün sadece anıtlarına bakarak andığımız bir adam var, geleceğimizi şekillendirmemize yardım etmiş.

O, size bugün için anahtar vermiş.. Bu zamanlarda kapıların kapanmaya, kilitlerin döneceğini tahmin etmiş..
Özünüze dönün insanlar..
Nereye gittiğinizi unuttunuz belli ki, bari nereden geldiğinizi hatırlayın...


PS! şarkını unutmadım.. 
Gab.