25 Ekim 2010 Pazartesi

Maske

Yalnızlık kadar soğuktu odam. Sahte bir gülümseme kadar tiksindirici... Üfleseler sönecek gibiydim.. Hava akımında seğiren bir mum ışığı kadar titrek ve dibime ışık veren düşüncelerim vardı. Sadece varlardı işte orada burada....
Kendimle vedalaşalı uzun zaman olmuştu. Aynaya son keş bakışımın, kendimle son kez konuşuşumun , en son beni dinlememin üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmişti.... Gerek yoktu bende bir ben dahaya. Onu bavula koyup semptomlarımdan uzak diyarlara göndermiştim...
Eski günler geliyordu aklıma. Günü yaşadığım günler. Düşünce yoktu, dert yoktu, tasa yoktu, salakçaydı belki de. Çoğu zaman salağı oynuyordum zaten bir yandan da. Maskesini düşürmeyen tiyatrocuyu. Gülen bir tiyatrocuyu. Her zaman oynayacağım oyunun ilk fidanlarını ekiyordum adımlarımın önlerine. Her seferinde suluyordum onları büyük bir iştahla. Gereğinden fazla büyüdüler. Önümü göremez duruma geldim artık. Maskem bana yapıştı, çıkaramadım...
Geri dönüşüm kutum artık kusmaya başladı. Bir çeşit intikam olarak algıladım, yanıldım. Kaçtım sürekli. Başardım da. Kendimden çok uzaklara gittim. Ama dönmek gerekiyordu evime, sığınağıma.
Şimdi neredeyim diye bakıyorum göremiyorum. Önemsemiyorum da bir yandan. Hani maskem var ya zaten...
Herkesi uzak tutarak, kendimle olarak, içimi göstermeyerek, nefesimi kendime vererek "hayat" denen basit ve sıradan döngü içinde başım dönercesine dönüyorum.
Etrafımda olmasa da dönüyor. Ve ben bekliyorum bir saniye gözümü kırpmadan. Bir yerinden yakalayacağım anı bekliyorum.
Ama özellikle maskesinden yakalayacağım anı...

Hiç yorum yok: