20 Nisan 2010 Salı

her adımda bir anı…

Gövdesi hala on yıl önceki gibi güçlü ve dimdik duruyordu… Öyle hayretle bakardım ki ona… Nasıl olur da o kocaman köklerini toprağın üzerine çıkarabilmiş diye. Oysa şimdi imrenerek seyrediyordum onu; keşke ben de onun gibi kök salabilseydim hayata…

Etrafıma bakındım her şey bıraktığım gibiydi; evler, bahçeler, yollar… İnsanlar hariç… Hepsi gitmişti… Bana ait onca zamana tanık olan kim varsa herkes gitmişti… Oysa ben onları tam da bu ağacın çevresinde bırakmıştım; kola kapaklarıyla oyun oynadığım Serdar’ı, misketlerini dağıttığım Metin’i, incir ağacından gizlice yediğim Paşa Dayı’mı, ineklerini kalın sopalarla dövdüğü için çok öfkelendiğim Medine Teyze’mi… Nerdeler şimdi? Neredeyim şimdi?

Uzun uzun baktım yola… Hep geç kalıp koşarak geçtiğim o yola… Sanırım artık kimse tozuna ayak sürümüyordu, her yeri çimen ve kuru otlar sarmıştı, derken o koca demir kapıyı gördüm… Eskimiş, pas tutmuştu; sanırım onu da pek hatırlayan yoktu artık. İçim kat ve kat doluyordu çocukluğum ve anılarımla…

Öylece durdum orada ve yol verdim anılara... Beni sarmalayıp içlerine alsınlar diye… Aklım daha fazla dayanamadı zamanın girdabında… Sola çevirdim başımı yoktu… Yıllarca babamın sırf ben salıncağı çok sevdiğim için kesmediği o dal yoktu, hatta ağaç bile yoktu yerinde, tabi altındaki rengârenk zambaklar, çiçek bahçemiz, gölgesine uzanıp oyun oynadığımız üzüm asmalarımız…

Tıpkı insanlar gibi, hepsi gitmişti...

Korktum hem de çok… ve dayanılmaz bir acı kapladı bedenimi… Şu an olduğu gibi yaşlar süzülüyordu gözlerimden; hüzün, keder, özlem ve acı dolu yaşlar… Devam ettim, bana ait bize ait bir şeyler bulmak için devam ettim, yoksa hatırladığım her şey bir yalandan ibaret olacaktı… Her köşesini, adım adım ve her adımda bir anıyla yeniden yaşadım.

-Yazmak ne zormuş meğer şimdi anladım –

En nihayetinde beklediğim an… Kapı gıcırdadı, ayaklarım nereye gidecekleri konusunda tereddütte kaldı. Hangi anıyla yüzleşmeye, içinde kaybolmaya hazırdım acaba? Annemin çok sevdiği ve mutfak penceresinde duran dokunarak öldürdüğümüz küstüm çiçeğiyle* mi, babamın kızacağını düşünüp de korkup saklandığım dolapla mı, babaannemin tek karelik resim misali anısının olduğu koridorla mı yoksa… yoksa babamı kaybetme korkusuyla başında saatlerce beklediğim yataktan geriye kalan boşlukla mı? Böyle anlatınca ne kadar da büyük geliyor kulağa… Oysa tam anlamıyla dört duvar… Her hücresinde ben ve biz olan, beni ben bizi biz yapan dört duvar…

***

Etrafımı saran duygulardan cesaret buldu bedenim ve yolculuğuna kaldığı yerden devam etti… Son bir cesaretle basamakları çıktım… yine aynı şey olmuş anıların kucağına düşmüştüm… Aman Allah’ım meğer ne küçükmüş o yeşil tahta? Baba’mın çizdiği çizgiler miydi bunlar? Sanki tebeşirler bile on yıl öncesinden kalmıştı… on yıl sonra ilk çizgimi çizdiğim tahtanın önünde duruyordum… Tebeşire uzandım ve dökülüverdi sözler;

“ Ben mlschreen; on altı yıl önce şu anda bu yazıyı okuduğunuz tahtaya ilk çizgimi çizmiştim. Şimdi ben de bir öğretmenim ve dünyanın en iyi öğretmeni ve babasına sahip olmaktan dolayı gurur duyuyorum.”

Yazarın Notu: Sadece yazmak istedim…

*Küstüm çiçeğine dokunduğunuzda size küser ve yapraklarını yavaşça ve sırayla kapatır, fazla küstürürseniz solar.

6 yorum:

Obsesif Kompulsif dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık !

MasqoT dedi ki...

> Yine ML,yine sağlam oturaklı bir yazı daha.. ;)

uMut dedi ki...

Bir öğretmen adayı olarak aynı duyguları paylaşacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum umut ediyorum ki ileride en büyük öğretmen olarakda kedi çocuklarım beni gösterir.Cok guzel bır yazı ve cok güzel bir blog olmuş ellerinize sağlık ;)

Rabiş dedi ki...

çok etkilendim bu kadar güzel ve sürükleyici anlatılabilir ancak.öğrencilerin çok şanslı olacak.bence hemen kitap yazmalısın eline sağlık...

schreen dedi ki...

Çok teşekkür ederim:)) bu kadar beğeneceğinizi düşünmemiştim çok mutlu oldum heheh:)) keşke yazabilseydim bu yaşadığım anın o kadar özet ve yalın hali ki...

Esra dedi ki...

Tek kelimeyle harika olmuş.Bir solukta okudum.Keşke devamı olsaydı okusaydım...